Ailenin Ötesi Yok! Eşcinsellik Güzellemesinin Karanlık Yüzü

Ailenin Ötesi Yok! Eşcinsellik Güzellemesinin Karanlık Yüzü

Ailenin Ötesi Yok! Eşcinsellik Güzellemesinin Karanlık Yüzü

 Bir tür “sosyal sapma” olan ve aynı cinslerin evliliği şeklinde tanımlanan eşcinsel evlilik, bugün daha çok Batı’da karşılaşılan ve medya/sosyal medya aracılığıyla haberdar olunan bir birliktelik biçimidir. Bazı eşcinsel çiftler, toplumun temel kültüründen beslenen yargılarından kaçındıkları için birlikte yaşamalarını aleni olarak duyurmasa da (Giddens, 2000: 176-177), bazı çiftler yaşadığı ülkenin eşcinsel evlilikleri meşrulaştırıcı yasalarına da dayanarak evliliklerini açıkça ilan edebilmektedir. Hollanda, Belçika, İspanya, İsveç, Norveç, Danimarka, Fransa, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde, ayrıca ABD, Güney Afrika, Uruguay, Kolombiya, Arjantin gibi Amerika ve Afrika kıtalarında yer alan bazı ülkeler olmak üzere yaklaşık 45 ülkede eşcinsel evlilikler yasal olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de de zaman zaman eşcinsel evlilikler, yine eşcinsellik veya LGBT-I+ gibi sapkın düşünceler bağlamında tartışmaya açılmaktadır. İslam inancına göre yasak olan bu evlilik veya cinsel ilişki biçimi, her ne kadar bazı örgütler tarafından “insan hakları” kisvesi altında sunulmaya çalışılsa da, toplumumuzun temel kurumu olan ailenin geleceğine yönelik önemli bir risk taşımaktadır. Ayrıca Avrupa ülkelerinde eşcinsel ailelere tanınan evlat edinme hakları sonrasında bu çiftlere evlatlık olarak verilen çocuklarda, psiko-sosyal travmaların yaşandığı bilinmektedir. Dolayısıyla eşcinsel evlilikler; ailenin çekirdek anlamında üreticiliğini değil tüketilmesini, kısırlaştırılmasını kısacası çerezleştirilmesini tedarik etmektedir.

Son dönemlerde Türkiye’de sıkça gündeme gelen İstanbul Sözleşmesi de, eşcinsellik meselesiyle birlikte gündeme taşındı. Türkiye 12 Mart 2012 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’ni onaylayan ilk ülke oldu. 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren bu sözleşme, 20 Mart 2021 tarihinde yürürlükten kaldırıldı. Kuşkusuz bu sözleşme, toplumda birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. İstanbul sözleşmesinin aile kurumu için büyük riskler taşıdığını iddia eden milliyetçi, muhafazakar ve İslamcı cepheye karşın Batıcı, sosyalist ve feministlerden oluşan cephe, bu sözleşmenin kaldırılmaması için büyük çaba gösterdi. Bu sözleşmenin kaldırılmasına karşı çıkan Somay, milliyetçi-muhafazakar-İslamcı cephenin İstanbul Sözleşmesi’ni şu nedenlere bağlı olarak yürürlükten kaldırdığını iddia etmektedir:

  • İstanbul Sözleşmesi daha baştan “yerli ve milli” değerlere aykırıdır, asla onaylanmamalı ve /veya uygulanmamalıdır.
  • Kadım açıkça erkeğe tabi kılan, toplumsal alandan ziyade eve hapseden ve kadının rolünü sadece anne ve ev kadını olarak kutsayan, ancak toplumdaki rolünü eşit olarak kabul etmeyen Kuran'ın kelamına aykırıdır. 
  • Eşcinselliği ve “LGBTQ+”yı teşvik etmektedir - ancak bu tartışmaların çoğu, bu kısaltmanın aslında bir “örgüt” ve ahlaksız olan her şeyin simgesi olduğu şeklindeki yanlış bir anlayışa dayanmaktadır. 
  • Zaten bir işe de yaramıyor. Nitekim, uygulanmaya başlamasından bu yana geçen yedi yıl içinde kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet azalmak yerine hızla arttı. 
  • Kadınlara aile dışında bir birey olarak var olma fırsatı vererek aile kurumunun altını oyuyor (Somay, 2024: 20).

Söz konusu iddialar içerisinde yer alan “kadının erkeğe tabi kılınması”, “Kur’an-ı Kerim’in kelamına aykırı olması”, “kadına birey olmak hakkı verilmemesi” gibi söylemler; ancak sözleşmeyi savunanların ezberleri, dogmatizmi, bilgisizliği, yaşadığı toplumun inançlarına ve kültürüne yabancılaşmasıyla açıklanabilir (bkz. Somay, 2024: 21-22). Zira İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların temel motivasyonları; kadının birey olma hakkına karşı çıkmak, kadının erkeğe tabi olması ve Kur’an’ın kadın haklarına karşı olması iddialarıyla uyuşmamaktadır. Kaldı ki İslam dininin kadınların haklarını koruyan ve birey olarak kamusal alanda var olmalarını destekleyen uygulamalarının olduğu bilinmektedir (bkz. Karaman, 1992; Kurt, 2011). Zira aile ve din arasındaki etkileşime dair yabancı ve Türkçe literatürde yer alan çalışmalar, Somay’ın ezberlerini bozacak niteliktedir. Örneğin Lambert ve Dollahite’nin 2006 yılında dindarlığın evli çiftlerdeki çatışmalarının düzeyine odaklanan araştırmasında, dinin evlilikte kutsal ve ortak amaçlar sağlayarak çatışmanın önlenmesinde, kutsal metinlerin rehberliğine başvurulması, ibadetlere katılım ve beraber dua etmek gibi eylemlerle çatışmanın çözümü; dini inançların evlilik bağlarını güçlendirmesi ve affetmeyi teşvik etmesi gibi pratiklerle de ilişkide uzlaşmayı desteklemesi bakımından önemli fonksiyonları olduğu bulgulanmıştır (bkz. Şahin, 2023: 61). Diğer yandan Alghafli, Hatch ve Marks’ın Müslüman kadınların, kadın hakları ve evlilik birlikteliği konularındaki düşüncelerini ortaya koymaya çalışan ve ABD’de yaşayan Müslüman çiftlerle yaptığı araştırmada kadınlar, İslam dinini kabul ettikten sonra, İslam’ı kabul etmeden önceki haklarından daha fazla insani hakka sahip olduklarını belirtmişlerdir (bkz. Şahin, 2023: 64). Ayrıca Essig vd. tarafından 2018 yılında ABD’de yaşayan farklı mezhep ve etnik yapıya sahip 25 Müslüman aile üzerine yaptığı araştırmada, Amerika’da ana akım medyanın oluşturduğu algının aksine, Müslüman ailelerin ataerkil değil istişare temelli bir yaklaşımı benimsediği, çocukların ailevi konulara ilişkin ebeveynleriyle sıklıkla fikir alışverişinde bulundukları, İslam’ın aile içi rollere dair yapıcı çözümler getirmesinden dolayı aile içi çatışmaların minimize edildiği ve istikrarın süreklilik kazandığı bulgulanmıştır. Ayrıca katılımcılar, İslam’ın evlilik çatışmalarını çözme, bağışlama, ebeveynleri eğitme, ebeveyn-çocuk çatışmasını çözme gibi konularda önemli katkılar sunduğunu belirtmişlerdir (bkz. Şahin, 2023: 65). Türkiye’de yapılan araştırmalarda da benzer bulguların saptandığı görülmektedir. Konya’da 692 katılımcıyla gerçekleştirilen aile içi şiddet ve din konulu araştırmada, ibadetlerini düzenli olarak yerine getirenlerin getirmeyenlere oranla eşler arası şiddete daha az maruz kaldıkları bulgulanmış, ayrıca katılımcıların %77’i İslam’ın eşe şiddet uygulamaya izin vermediğini ifade etmişlerdir. Iğdır’da şiddete maruz kalan kadınlarla yapılan diğer bir araştırmada, dini tutum ve davranışların artmasıyla kadınlara yönelik şiddetin azaldığı bulgulanmış; İstanbul ve Diyarbakır’daki kadın sığınma evlerinde yapılan benzer bir araştırmada da, eşinin dindarlık puanı yüksek olan kadınların daha az şiddete maruz kaldıkları tespit edilmiştir (bkz. Şahin, 2023: 65).

Somay’ın Ailenin Ötesi: Başka Bir Üreme, Cinsellik ve Kardeşlik Rejimi İçin Öneriler isimli çalışması, sosyal bir sapmayı ifade eden LGBTQ+ sapkınlığına, kendince bilimsel bir zemin hazırlama çabası içerisindedir. Zira çalışmanın içeriği, LGBTQ+ sapkınlığının temel problemlerinin tartışılmasına ve adeta sosyal bilimler yoluyla bu problemlerin masumlaştırılmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Somay’ın meşrulaştırmaya çalıştığı sapkın davranışlardan biri de çocuk cinselliğidir. Somay, bebeklik döneminden itibaren başlayan cinselliğin çocukluk döneminde de yoğun şekilde varlık gösterdiğini belirtir. Freudyen bir bakışla bebeğin anne sütü almasından kimlik oluşum sürecine kadar anne ve bebek-çocuk arasında “cinsel bir ilişki”nin yaşandığını ifade eder. Tabi bu, herkesin anladığı şekilde bir cinsel ilişki değildir diyerek, Oidupus kompleksinin teorisyeni kadar cüretkar olmasa da, anne ve bebek-çocuk arasındaki cinsel ilişkilerin bağlamını yeni bir anlam boyutuna çekmeye çalışır.

Freudyen bakışla Firestone’un radikal feminizmini harmanlayan Somay’ın amacı, çocukların rızaya dayalı cinsel ilişki kurabilmesinin meşrulaştırılması, böylelikle LGBTQ+ sapkınlığına çocukların da dahil edilmesidir. Bunun yöntemi ise Firestone’un dile getirdiği “çocukluğun ilga edilmesi” yani ortadan kaldırılmasıdır. Çocukların rızası olmadan gerçekleşen istismar, taciz ve tecavüz olaylarını kesin bir dille reddeden Somay, buna karşılık bir tahakküm aracı olarak gördüğü çocukluğun ilga edilerek, çocuk yaştaki bireylerin özgür iradesine saygı duyulması gerektiğini vurgular (Somay, 2024). Dolayısıyla özgür iradeye sahip olduğunu iddia ettiği birey (çocuk), seksi bir kontrol ya da hükmetme işlevlerinden arındırarak rızası dahilinde istediği kişi, cinsiyet, akraba vs. ile cinsel ilişki kurabilmelidir. Ona göre  “çocukluğun ilga edilmesi, çocukların aseksüel ve cahil olduğuna dair yanıltıcı inancın maddi koşullarının ortadan kaldırılmasından başka bir şey değildir. Çocuklar aslında ne aseksüeldirler ne de cahil.” (Somay, 2024: 113). 

Aile kurumu için ciddi bir tehdit oluşturan LGBTQ+ sapkınlığı ve eşcinsel evlilikler, çocukluğun ilgası söylemi bağlamında, çocukların istismarına da kapı aralamaktadır. Çocukların cinsellik tercihlerinde karar verme yetisine sahip olduğunu, ayrıca bu kararları rasyonel bir tercihe bağlı olarak aldıklarını iddia eden bu sapkın düşünce, kürtajın da kapsamının genişletilerek uygulanmasını talep etmektedir. Zira bir canın hayatını sonlandırma anlamına gelen kürtaj, feministlerin iddiasının aksine, sadece kadının tasarrufunda olan bir husus değildir. Kaldı ki yaşam hakkı, tüm bireylerin olduğu gibi, kürtaj edilen canın da hakkıdır.

Kaynakça

Giddens, A. (2000). Sosyoloji, haz. H. Özel & C. Güzel, Ankara: Ayraç Yayınevi

Karaman, H. (1992). “İslam’ın Getirdiği Aile Anlayışı”, Sosyo-kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c. 2, Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları

Kurt, A. (2011). “Dünden Bugüne Türk Ailesi”, Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, ed. M. Zencirkıran, Bursa: Dora Yayınları

Somay, B. (2024). Ailenin Ötesi/Başka Bir Üreme, Cinsellik ve Kardeşlik Rejimi için Öneriler. İstanbul: Metis Yayınları

Şahin, M. (2023). Eşler Arası İlişkilerde Dinin Rolü: Din Aile İlişkilerini Nasıl Etkiler? Sosyoloji Divanı. 11(21): 55-72.



Diğer Yazıları

Yorum Yaz