Gannuşi, Gazze Ve İslam Dünyasının İsbat-I Vücud Meselesi
2 milyarlık Müslüman ümmetin bugün Filistin, Kudüs, Gazze üzerinden maruz kaldığı saldırılar karşısında bir varlık ortaya koyamıyor olması üzerine dönüp dolaşıp duruyoruz. İçimiz kan ağlıyor, dişimizi sıkıyoruz, dudağımızı ısırıyoruz, gözümüzü yumuyoruz ve kendi acı gerçekliğimizle başbaşa kalıyoruz. Çok bilmiş sosyal medya ergenlerinin hemen işi İslam dünyasının varlığına-yokluğuna getirmesi çok daha ağır geliyor. Buraya nereden geldiğimizi nereden bilecekler, bilseler ne kadar önemseyecekler, neyin derdini tasasını yaşayacaklar?
Yüzyıldır işgal edilmiş Müslüman toprağına ekilen tohumlar ürün vermiş, büyümüş, karşımıza soyunu, dinini, kökünü, derdini, aşkını tanımayan insanlar çıkmış dile geliyor ve en can yakıcı yerden konuşuyor. Müslüman toprağına neler ekilmiş bu yüzyılda neler?
Gazze’nin maruz kaldığı soykırım her gün zaten bir varlık gösteremeyen İslam dünyasını yeniden yokluğa mahkûm ediyor. Mezarından kaldırıp yeniden öldürür gibi, öldürmek tatmin etmemiş gibi, ölüye öldüğünü de defalarca tadını çıkara çıkara bildirmeye, cesedine de göstermeye, hissettirmeye çalışıyor. Siyonizm sapıkça bir ideoloji, arkasındaki ırkçı emperyalizm ondan daha da sapık. Bu sapık anlayışın iki yüzyıldır yeri geldiğinde insan hakları, ilerleme, demokrasi, rasyonalizm, felsefe diye ensemizde boza şişiren modern medeniyetin özü olduğunu bize 7 Ekim en net biçimde gösterdi.
Filistinliye karşı soykırıma İslam dünyası adına ses çıkarması beklenen yöneticilerden bir şey beklemek boşuna. Aslında onlardan bu soykırıma karşı bir eyleme geçmelerini hiç beklemiyoruz. Bekleyebileceğimiz basit bir şey var, İsrail’e dolaylı veya dolaysız destek olmaktan geri durmaları. Ne yazık ki Arap ülkelerinin önemli bir kısmı kendi ülkelerinde Filistin davasına en etkili ve anlamlı desteği veren düşünürleri, alimleri, kanaat önderlerini susturarak, hapse atarak İsrail’e en büyük desteği vermiş oluyorlar.
Doğrusu bu konunda karşı karşıya olduğumuz sorunu tam olarak öyle koymak gerekiyor. İslam dünyasında entelektüel seviye denildiğinde akla ilk gelecek isimlerden Raşid el-Gannuşi’nin 82 yaşında hiçbir haklı sebep olmaksızın hapiste tutulması, hiç eğip bükmeyelim Siyonizme verilen en büyük, destek irtikap ettiği bütün suçlara da ortaklık sayılır. O Gannuşi ki hayatı boyunca Filistin davası ile İslam dünyasının bütün varlık davasını bir saymış ve Filistin’in kurtuluşunu bütün İslam dünyasının kurtuluşunun kaçınılmaz bir adımı saymış bir isimdir.
Arap Baharı süreciyle ülkesine dönmeden önce de, döndükten sonra da Filistin meselesi onun için her zaman hayati bir önem taşımıştır. İkibinli yıllardan itibaren Hamas ve El-Fetih arasındaki tartışma ve mücadelelerde her zaman birliğin önemini vurgulamış ve Filistin davasının sahadaki gerçek taşıyıcılarının kendi aralarında bu ayrışmayı yaşayacak lüksleri olmadığını bilge yaklaşımıyla ifade etmiştir. Ancak bu birliğe çağırmakla birlikte Filistin davasının seküler bir temelde yürütülemeyeceğini de söylüyordu. Hele Oslo süreciyle birlikte iyice ayyuka çıkan şekilde Siyonizmle diyalogu mümkün ve neredeyse öncelikli bir siyasete dönüştüren grupların taviz üstüne taviz vererek neticede Siyonizmin yönlendirdiği hedefe ulaşmalarının kaçınılmaz olduğunu da anlatmaya çalışıyordu.
Oysa Filistin davası bugün sadece Filistinlilere değil sahip çıkan herkese hayat veren, salt bir kavmin belli bir konfora ulaşma davasının çok ötesinde bir İslam davasıdır. Filistin bize bizden aldığından daha fazlasını veriyor ve bizi kültürel uçurumumuzdan ve izolasyonumuzdan kurtaran da bu.
Gannuşi’in teşhisleri ve tedbirleri olabildiğince netti ve uzun yıllarını sürgünde, Batı’da geçirdiği halde Batı'nın İsrail'e yönelik aşırı olumlu önyargısının, İslam ile Batı arasındaki anlayış ve diyalogu engellediğini bihakkın yaşamış ve bunu da uyarıcı bir tespit olarak yapadurmuştu.
Dünya İslam Alimler Birliğinin girişimiyle peygamber efendimize yönelik hakaret ve saldırılara karşı kurulan ve merkezi İstanbul’da bulunan Dünya Peygambere Ensar Heyeti’nin organizasyonuyla geçtiğimiz Pazartesi günü Gannuşi’ye destek konferansı düzenlendi. Alimler peygamberlerin varisleridir ve Peygambere Ensar Heyetinin böyle bir toplantıyı tam da alimlik, düşünürlük vasfına en layık olacak şahsiyetlerden biri için yapmış olması çok anlamlıydı. Alimleri öldürmek, hapsetmek peygamberleri öldürmek ve hapsetmek gibidir, tıpkı İsrailoğullarının tarih boyunca yaptığı gibi. Ne yazık ki, bugün peygamber varisi alimler bizzat İslam ülkelerinin liderleri tarafından katlediliyor ve hapsediliyor.
Daha önce de bir vesileyle söylemiştim, İslam dünyasında fikir, entelektüel seviye, derinlik veya ufuk arayanların ilk elde uğraması gereken bir kapıdır Gannuşi. Öylesine bir fildişi entelektüeli de değildir üstelik. Sahada, elini taşın altına koyarak, insanlarla içiçe, çilesini çekerek, bedelini ödeyerek ve gerçeklerle sürekli yüzleşerek, ama iddialarından da vazgeçmeyen bir entelektüel. O yüzden yolunu yalnız yürümedi, hep yol arkadaşları oldu. O yol arkadaşlarıyla, dostluğun da hakkını vererek, yardımlaşma ve dayanışma içinde, çilesini de beraber yaşayarak yürüdü.
Tunus’ta devrimden sonra yapılan ilk seçimlerde rahatlıkla başbakan, hatta Cumhurbaşkanı seçilebileceği halde geri durdu, makamda gözü olmadığını, herşeyi daha iyi bir Tunus için istediğini gösterdi. Bu tavizkar tutumu Mısır’da aynı durumda aday çıkarmayı tercih eden İhvanın Hürriyet ve Adalet Partisinin siyasetine karşı olumlu bir örnek olarak gösterildi. Mısır’da da Mursi aday olmasaydı belki işlerin darbe raddesine gitmeyeceği Gannuşi örneğinden ispatlanmaya çalışıldı. Onun bu fedakâr, mütevazi, centilmen, asil yolu bir model olarak, hatta bir suçlama konusu olarak Mısır İhvan’ının başına kakıldı.
Oysa şimdi Gannuşi’nin bu fedakarlığının bile azgın istibdat karşısında hiçbir faydasının olmadığı bir noktaya gelinmiş durumda. Şimdi başka şeyler tartışmak lazım belki bu saatten sonra. Ama her ne konuşulacak ve tartışılacaksa Gannuşi bilgeliğine ayrı bir kulak vermek gerekecektir.
O Tunus Devrimi’nden çok önceden beri, en karamsar anlarda bile hiçbir zaman kötümserliğe kapılmamış ve gidişatın özgürlüğe doğru olduğunu haber vermiştir. Bu yanıyla o tarihe herkesin baktığı dar ve kısa vadeli yerden değil uzun bir perspektiften bakıyordu. Tıpkı şimdi de bakarak yaşadığı onca olumsuzluğa rağmen müjdeleyici olmaktan geri durmadığı gibi. Tıpkı 2007 veya 2011 yılında Hamas’ın kazandığı zaferlerin ardındaki tarihe işaret ettiği gibi. Şöyle demişti o zaman: “Hamas'ın parlak zaferi, karanlık gecede fırlayan bir meteor değildi; aksine İslami hareketin bölgede ve dünyada tarihsel olarak yükselen yolunda ilerliyor”
Gannuşi sadece Tunuslu değil, bütün İslam dünyasının en önemli düşünürlerinden, ama varlığı Tunus’a ayrı bir değer katan, Tunus için büyük fırsat olan bir şahsiyet. Onun hapiste tutulması Tunus için büyük ayıp, tıpkı diğer İslam alimi ve düşünürlerinin kendi ülkelerinde hapiste tutulması gibi, ama aynı zamanda bütün İslam dünyası için büyük bir ayıp.
GANNUŞİ MODELİ DE İŞLEMİYORSA?
Cumhurbaşkanı seçilebileceği halde geri durdu, makamda gözü olmadığını, herşeyi daha iyi bir Tunus için istediğini gösterdi. Bu tavizkar tutumu Mısır’da aynı durumda aday çıkarmayı tercih eden İhvanın Hürriyet ve Adalet Partisinin siyasetine karşı olumlu bir örnek olarak gösterildi. Mısır’da da Mursi aday olmasaydı belki işlerin darbe raddesine gitmeyeceği Gannuşi örneğinden ispatlanmaya çalışıldı.
Doğrusu Gannuşi siyasi mücadelenin tabiatından beklenmeyecek kadar tavizkar davrandı, çünkü karşısında Fransız ve eski rejim kalıntısı güçlerin pompaladığı bir propaganda aygıtı çalışıyordu ve onu daha hiçbir makama gelmeden bile diktatörleşmekle suçlamaya başlamışlardı bile. Tıpkı daha seçilişinin daha ilk aylarından itibaren iktidarı paylaşmamakla ve diktatörlükle suçlanan Mursi gibi. Bu tür suçlamaların nasıl bir gerçek diktatörlük arzusunu gizlediği anlaşıldığında ne yazık ki çok geç kalınmış oluyor: Diktatörlük öyle değil böyle yapılır.
Nitekim Nahda, ihtiyacı olmadığı halde geniş bir koalisyon kurmayı tercih etmiş ve olabildiğince taviz vermişti. Nahda’nın bilge lideri Gannuşi, kendisi kolayca başkan olabileceği halde, bundan feragat ederek bizzat kendi desteğiyle bir insan hakları aktivisti olan Monsif Marzuki’nin cumhurbaşkanı seçilmesine destek verdi. Kendisi de hükümetten uzak kaldı, ancak bu uzaklığı hükümetin oluşumu ve icraatları üzerinde etkili olmasını engellemedi. Hiçbir resmi görev almadığı halde hükümetlerin kurulması veya dağılması, cumhurbaşkanı seçimi ve anayasanın hazırlanmasıyla ilgili bütün tartışmaların merkezinde Gannuşi belirleyici olmaya devam etti.
Arap Devrimlerinin yaşandığı diğer ülkelerde karşı-devrim ve darbeler yaşanırken Tunus ilk ve kötü örnek olarak tam bir rahatsızlık kaynağıydı. Bizzat bu ülkelerden desteklenen çok sayıda darbe teşebbüsü her seferinde bilgece tutumuna çarpıyordu. Onlara verdiği cevap dilden dile dolaşıyordu: “Size devrim ihraç ettik, sizden darbe ithal etmeye hiç niyetimiz yok.”
Ancak son zamanlarda darbe ne yazık ki demokrasinin geçtiği kapılardan sızıp demokrasinin ve devrimin Tunus kalesini de zapt etmeye başladı.
Bu son teşebbüsün Tunus devriminin sembol ismi Gannuşi’yi hedef alması normal, ama tabii ki bir ülkenin kendi küresel değerine bu muameleyi reva görmesi hiç de normal değil.
Gannuşi bir ülkenin yetiştirebileceği en büyük değerlerden biri. Fikirleri var, tartışılabilecek, tartışıldıkça bir ülkenin entelektüel, manevi, siyasi ve ahlaki seviyesini derinleştirecek, ufkunu genişletebilecek fikirler. İlhamını evrenselden alıp sahada denenmiş, gerçeklerle yüzleşmiş, insanlarla diyalog içinde yoğrulmuş fikirler.
Kendi bilgelerine bu muameleyi reva gören, reva görülmesine sessiz kalan bir ülke veya koca bir İslam dünyası daha büyü bir felaket beklemesin.
Sözümüz kendi bilge alimlerini zindanlarda tutan diğer İslam ülkelerine de gitsin tabi.