Evrengiz: Yeni Bir Kavramsallaştırma Önerisi

Evrengiz: Yeni Bir Kavramsallaştırma Önerisi

Bensiz olamazlar dönerler

Çok denedim

Ben büyüğüm affederim

Ben evim.

Behçet Necatigil (2009: 93)

Bu metinde yeni bir kavramsallaştırma önerisinde bulunuyor, “Evrengiz”i tedavüle sokmayı deniyorum. Evler şehirlerin ayrılmaz birer parçası ve hiç kuşkusuz olmazsa olmaz bileşenleri arasında yer alır. Evler mahalleleri, mahalleler kentleri oluşturur. Şehri şehir yapan her şeyden önce bu evlerde ve mahallelerde dolaşıma giren kültür ve bütün bunların ortaya çıkardığı medeniyettir.

Şehir araştırmalarında merkezde gündelik yaşam örüntüleri ve kent ahalisinin ortaya koyduğu muhayyile yer alır. Hayatın desenleri, yaşama ufku, estetik, sanat ve davranış çeşitliliği kentten şehre doğru evirilen yeni bir hasılanın işaretlerini taşır. 

Geleneksel edebiyatımızda “şehrengiz” bugünün diliyle ifade etmek gerekirse birer şehir monografisi olarak kayda değer bir müktesebat oluşturur. Biz şehirlerin hafızasına odaklandığımızda şehrengizlere müracaat ederiz. Şehrin hafızası kuşaktan kuşağa aktarıldığında orada süreklilik içinde varlığını sürdüren güçlü bir toplumsallığın, medeni bir buluşmanın ve devamlılık arz eden bir tahayyülün bitmez tükenmez enerjisine tanıklık ederiz (Karacasu, 2007). 

Şehrengiz, Divan edebiyatında bir şehri ve o şehrin güzel(lik)lerini anlatan eserlerdir. Daha çok klasik mesnevî tarzında kaleme alınan bu yapıtlarda tevhid, münacaat, na’t gibi Allah’ı, birliğini ve Muhammed’i anlatan kısımlara rastlanmaz. Bu eserlerin başında şehirle ilgili çok umumi bilgiler verilir ve şehre övgü düzülür. Bazen bahar ve tabiat tasvirleri yapıldıktan sonra, bir şehirdeki güzellerin bir veya iki beyitlik tanımları verilir. Bu güzeller güzellikleriyle şehri birbirine kattıklarından eserlere ‘Şehr-engiz’, yani “Şehir Karıştıran”/“Şehri Karıştıran” denilmiştir (Levend, 1958).

 “Farsça şehr ve engîz (harekete getiren, karıştıran) kelimelerinden oluşan şehr-engîz bir şehrin güzellerini, doğal ve tarihî güzellikleriyle sanat ve meslek dallarında ün yapmış kişileri ve onların sosyal durumlarını anlatır” (Kaya, 2010: 461; Karacasu, 2007). Bu nedenle eskiler, şehrengiz aracılığıyla İslam medeniyetinin belli başlı şehirleri hakkında esasen öncelikli edebi olmak üzere entelektüel ufkumuzu geliştirmeye matuf pek çok eser kaleme almışlardır. Ünlü şehrengizler arasında özellikle Priştinalı Mesihi, Firdevsi ve Zati’nin Edirne, Taşlıcalı Yahya’nın İstanbul, Üsküplü Ishak Çelebi’nin de Bursa üzerine yazdıkları yer alır ( Levend, 1958; Tığlı, 2020).

Şehir üzerine oldukça çok sayıda metin olsa da bunu aynı yoğunlukta ev için de görmek zordur. Öyle ki doğrudan evler üzerine tutulan kayıtlar neredeyse yok denecek kadar azdır. Şehrin mikro düzeyde özeti olarak da değerlendirilebilecek evler hakkında tek tük denecek düzeyde kaleme alınmış çalışmaların henüz bir edebî tür oluşturma gücüne sahip olduğu söylenemez. Gerçi roman kıvamında konak betimlemelerine sıkça rastlamak mümkündür ancak doğrudan adı sanı, yeri ve biçimi belli olan evler hakkında derli toplu ve sadece buna odaklanmış bir metin üretimi şimdilik yok gibidir. 

Modern Türk edebiyatında eve doğrudan odaklanmamakla birlikte özellikle Osmanlıdan Cumhuriyet’e geçişte konak, yalı ve saray yapıları üzerinden değerlendirmeler yapılmakta ve sosyal dönüşümün belli başlı noktalarına bu vesileyle işaret edilmektedir. Türk mimarîsinin özel ve özgün ürünleri arasında yer alan “konak”, “köşk” ve “yalı” stili bugün bir yapı tarzı olarak ortadan kalkmış ya da eskinin restore edilmesi yoluyla günümüzde başka amaçlarla kullanılıyor olsa da gerçekte o Osmanlı aristokrat, burjuva ve zengin hayatının önemli bir parçasını oluşturuyordu. Birbirinin türevi olan fakat farklı görünüşlerde ortaya çıkan bu yapılar, söz konusu hayatın temel birer unsuru olduğu ölçüde onun yansıma alanı olarak da görülebilir. Mesela Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı sürecinde geçirilen sancılar başta doğrudan doğruya yönetimle iç içe olan ailelere ve dolayısıyla onların oturduğu konaklara, yalılara ve köşklere yansımıştır. Edebiyatla hayatın birebir ilişki içinde olması, bu yansımayı kurgusal anlamda çarpıcı yönleriyle takip edebilmemizi sağlamaktadır (Dere, 2015). 

Bu çalışmada “şehrengiz” aracılığıyla şehirler için yapılanın “Evrengiz” aracılığıyla da evler için yapılması önerilmektedir. Tekrar etmek gerekirse “Evrengiz” yeni bir kavramsallaştırma önerisidir. Kavramın bileşenleri arasında ev, evren ve giz ifadeleri yer almaktadır. Böylelikle mekân, evren ve mahremiyet kavramları da evrengiz kavramı içinde temerküz etmektedir.

Burada, yaşadığım evler üzerine kaleme aldığım bir çalışmadan hareketle (Subaşı, 2022) Evrengiz kavramı, yapı-mekân, tahayyül-ufuk ve giz-mahremiyet üçgeninde ele alınmaktadır.

Evrengiz ev üzerine yeni bir kavramsallaştırma önerisidir. Bu başlık altında yayınladığım kitabımda (Subaşı, 2022), yaşamım boyunca içinde yaşadığım evleri anlattım. Kuşkusuz bu anlatılarda oldukça çok sayıda yaşanmışlıkların yer aldığı evleri elden geldiğince çok boyutlu ve yine hatırladığım düzeyde de kişisel düzeyde yaşattığı hissiyatı üzerinden aktarmaya çalıştım.

Evrengiz, ileride geçmişten geleceğe evi merkezine alan edebî metinleri ifade etmek üzere önerilmektedir. İlham kaynağının Şehrengiz edebiyatı olduğunu burada hatırlatmak gerekir. Bilindiği gibi Şehrengiz klasik edebiyatımızda şehir odaklı anlatıları ifade etmek üzere kullanılan bir terkiptir (Tığlı, 2020). Bugün geçmişin edebî bir türü olarak hatırlanıp yâd edilse de gerçekte şehrengizin nihayetinde herhangi bir şehir üzerinden ele alınan anlam birikimlerini, şehre sinmiş hikâyeleri, orada yaşanmış sıra dışılıkları, efsanevi ve mitik bağlamları anlatmak üzere bir karşılık bulduğunu söylemek pekâlâ mümkün.

Tarihsel olarak oldukça köklü bir geçmişe sahip olan Şehrengiz edebiyatında, belli başlı şehirlerimizde içselleşen, bu şehirlerle kayıt altına alınmış birbirinden değerli pek çok konuya yer açılmaktadır. İstanbul, Bursa, Konya ya da Diyarbakır gibi gelenek içinde merkezî konumda yer alan şehirler üzerine yazılmış metinler bugün bile söz konusu birimlerin kültürel tarihi konusunda emsalsiz bilgilere sahip oluşlarıyla temel referans metinleri arasında yer almaktadır. Herhangi bir şehir üzerine yazılmış bir şehrengiz metnini incelemeye konu edindiğimizde orada en başta geçmişin sırlı ve gizemli dünyasında kendisine yüklü birer karşılık bulmuş pek çok harikulade olaya, ortamın sıra dışı kahramanlarına, şehrin varlığıyla özdeşleşmiş ilginç olaylara ve kimi zaman da akla hayale gelmeyen sıra dışı gelişmelere tanıklık ediyoruz.

Benim Evrengiz’le birlikte tasarladığım şey tam da şehrengizler aracılığıyla üretilen bilginin daha dar düzeyde ele alınması şeklinde açıklanabilir. Ev, kuşkusuz sadece sosyolojik ya da psikolojik bağlam ve analizlerin sınırlarına hapsolmaksızın bilhassa kişisel ve gündelik hayatımız söz konusu olduğunda oldukça derin anlamlara sahiptir. Ev kavramı, içinde doğduğumuz, büyüdüğümüz, yaşamın türlü hikâyeleriyle karşılaştığımız bir mekân olarak herhangi bir yerleşim alanından daha köklü ve daha incelikli anlamlara sahiplik eder. Bir evi olmak, içinden geleneğe, tarihe, farklı duygu derinliklerine kapı aralayan yeni bir tarih koridoruna girmek demektir. Ne var ki bu hat, aynı zamanda bugün kaybedilen ve çok kere de zayıflayan bir mekâna yeniden erişmenin mümkün yollarına erişim konusunda ciddi gidiş gelişleri, sarsıntı ve kargaşayı da beraberinde getirir. Talu’nun da vurguladığı gibi, 

Sanayileşme, modernleşme ve hızlı kentleşme sonucunda, ekonomik, sosyal, teknik ve kültürel bir fenomen olan kapitalist metropol doğar. Modernleşme, metropolün özel ve kamusal, iç ve dış tüm mekânlarını rasyonellik ideali doğrultusunda örgütler ve düzenler. Önce iş dünyası, çalışma yaşamı ve kamusal alandaki tüm maddi ilişki örüntülerini, ardından da özel alanın merkezi olan evi rasyonelleştirip nesnelleştirir. Evin böylesi bir nesnelleşme surecine dahil oluşu, onu yüzyılı aşkın bir süre, sadece modern mimarlıkta değil, toplumbilim, felsefe, sanat ve edebiyat gibi pek çok alanda ilgi odağı yapar. Ev kavramı, özne, yer, bağlam ve doğa ile fenomenolojik ilişkisini tartışan eleştirel metinlerle toplumbilim ve felsefede; tekinsizlik kavramının merkezi olarak psikoloji ve edebiyatta; tüm bu kavramların ve retoriklerin uzantısında görsel olarak da sanatta tekrar ve tekrar üretilir. Ancak teknoloji ve akıl odaklı modernleşmenin, evi modern mimarlık aracılığı ile sermayeci sistemin bir ürünü olarak metalaştırması, modern zihinlerin asla tahmin edemeyeceği bir şekilde sonuçlanır: Ev ulaşılması imkânsız bir mite, bir arzu nesnesine dönüşür (Talu, 2012: 73).

Evin anlam dünyası kişiden kişiye değişse de toplamda hiçbir şekilde altüst olunmasına razı olunmayan esas karşılığı huzurun ve aidiyetin bizatihi merkezi oluşudur. Çocuğun kendi ailesinin dünyasına dâhil olması ve böylece bir süreklilik zincirine eklenmesi ev ortamında gerçekleşir. Bu çerçeveyle kayıtlı olarak evden söz ettiğimiz her seferinde bir yandan oldukça özellikli yanlarıyla, frekans ve değerleriyle kendi dünyasını diğerlerinden ayıran farklılığa dikkat çekerken bir yandan da diğerleriyle hemen her durumda ortak özellikler taşıyan müstesna yanlarına vurgu yapmış oluyoruz.

Ev, edebiyatta kuşkusuz en çok rağbet gören konular arasında yer alır. Pek çok yazar, evi dışarıda bırakmayan bir perspektif içinde insan olgusunu ele almayı tercih etmektedir. İnsanı ister bireysel ister toplumsal olsun ev kavramından bağımsız olarak ele almak imkânsızdır. Nitekim evsizleşme bir yıkımdan daha fazlasıdır. Ev, kültürel devamlılığın, aidiyetin ve gelecek inşasının temerküz ettiği yegâne bir merkezdir. Öte yandan ev sadece mimari ya da teknik bir hazırlığın ürünü olarak değerlendirilebilecek yapı olmaktan çok içinde duygunun, sıcaklığın ve maneviyatın dolaştığı bir melcedir. Evin hiç değişmeyen statüsü orada başlayan, gelişen, genişleyen ve tamamlanan hikâyelerin içinde şekillenir.

Kuşkusuz modern dünyada ev, gündelik hayatın gramerini bozan değişimden kendi payını fazlasıyla almıştır. Türk modernleşmesinde ev de aile de yeni birtakım değer ve ideolojilerin etkisi altında ele alınmaya başlamıştır. Bir duygu yoğunluğu ve arenası olarak ev, yoğrulduğumuz, piştiğimiz, kıvama ulaştığımız bir ana zemin ve terminal olarak önemliyken bugün daralan, sınırlanan ve kendi içinde gelenekten tevarüs ettiği anlam katmanlarının esaslı bir kısmını terk etmek zorunda kalmaya zorlanan yeni bir hasıla ve zayıf bir bakiye olarak dikkat çekmeye başlamıştır (Gürboğa, 2003).

Türk edebiyatında ev tasavvuru her şeyden önce mikro düzeyde hayata karışmanın bir eşiği olarak yansıtılır. Evde başlayıp orada ilerleyen hikâyeler, aile üyelerinin hemen her birine nüfuz eden güçlü bir atmosferin varlığını deruhte eder. Ev yerleşik bir atmosfere, ambiyans ve gramere sürekli ihtiyaç duyar. Yanı sıra ev tatsız bir gerilim akışından çok dengenin, kargaşadan çok uyumun hâkim olduğu bir yaşama zemini olarak kalıp yargıların baskısını aşar. Gerçekten de evin muntazam evreni öncelikli olarak hane halkının hemen hepsine sirayet eden özel bir dil, anlam ve duygu aktarımıyla perçinlenir.

Türk edebiyatında ev analizlerine yer veren pek çok yazar bulunmaktadır. Bunlar arasında birkaç örnek vermek gerekirse, örneğin Reşat Nuri Güntekin, “Miskinler Tekkesi” ve “Yaprak Dökümü” başlığını taşıyan eserlerinde evlerin toplumsal ve kültürel açıdan analizini yapmıştır. Yine Halide Edip Adıvar, “Sinekli Bakkal”, “Türk’ün Ateşle İmtihanı” ve “Mor Salkımlı Ev”inde evlerin Osmanlı toplumundaki yerini ele almıştır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Kiralık Konak”ta Batılılaşma ile birlikte kuşaklar arasında ortaya çıkan düşünce, duygu ve dünya görüşü ayrılıklarını, toplumsal çözülüş süreçlerini bir konağın dağılışı etrafında vermektedir. 

Türk Edebiyatının iz bırakan yazarları arasında yer alan Ahmet Hamdi Tanpınar, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ile “Mahur Beste”de İstanbul’daki evlerin kültürel ve tarihsel önemine vurgu yapmıştır. Aynı şekilde Peyami Safa da “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” ve “Yalnızız”da evlerin bireysel ve toplumsal hayattaki yeri üzerinde durmuştur.

Çağdaş Türk edebiyatının önde gelen yazarları arasında yer alan Orhan Pamuk da özellikle “Beyaz Kale” ve “Benim Adım Kırmızı” başlıklı romanlarında evlerin siyasi, kültürel ve duygusal yönlerine odaklanmıştır.

Ev, edebiyatta sürekli ele alınan bir tema olmakla birlikte müstakil olarak ev üzerine yoğunlaşılan metinlere pek fazla rastlanmaz. Gerçi evden de evlerden de sıklıkla bahsedilir, hatta şiirden öyküye romandan anlatıya edebiyatın türlü dallarında ondan güçlü bir metafor olarak da söz edilir. Öyle ki yeri geldiğinde ev üzerinden işleyen bir bütünlük yeri geldiğinde de aynı bağlamdan beslenen bir parçalanmışlık duygusu sürekli tanıklık edilen mahrem bir fotoğraf üretmekten de geri durmaz. Bu nedenle olsa gerek özellikle edebiyatta ev geçmişle kurulan sahici bağları, sürdürülmesi talep edilen geleneği, kendi içinde tutarlılık arayan insanların bütünsellik kaygısını, sıcak ve kendi kararında ilerleyen olağan yaşam akışını temsil eder. Ancak hepsi bu kadardır. 

Bu bağlamda eserlerinde ev konusuna özellikli olarak yer veren yazarlara birkaç örnekle de olsa değinmek gerekirse bu bağlamda en başta belki de Halide Edip Adıvar’ı hatırlamak gerekecektir. Adıvar, Mor Salkımlı Ev'de çocukluk günlerini ve dünyayı algılama süreçlerinin ilk olarak deneyimlendiği vakitleri yoğun bir şekilde anlatmaktadır. Öyle ki yaşadıkları mor salkımlı bir evde, onun etrafında ve onun merkezinden dışarı akmaktadır.

Romanda ev, oldukça detaylı bir şekilde anlatılır. Romanın ana karakteri olan Asiye’nin çocukluğundan başlayarak yetişkinliğe kadar geçirdiği süre boyunca yaşadığı ev, romanın önemli bir parçasını oluşturur. Evin fiziksel özellikleri ve dekorasyonu, yazar tarafından ayrıntılı bir şekilde tasvir edilir. Aynı zamanda evin içindeki olaylar da romanın ana teması olan kadın hakları ve “toplumsal cinsiyet” konularına dair birçok ipucu verir. Roman boyunca evin havası zaman zaman hüzünlü, zaman zaman umutlu olarak tarif edilir. Evin bahçesi de sık sık anılır ve burada Asiye’nin hayatındaki önemli olaylara eşlik edilir. Nihayetinde “Mor Salkımlı Ev”de ev, sadece bir mekân değil aynı zamanda kitabın ana teması ve karakterlerin ruhani dünyalarının yansımasıdır (Adıvar, 2016).

Öte yandan Necip Fazıl da Ahşap Konak adlı eserinde (Kısakürek, 2010) kendi evini benzer tema ve ilişkisellikler ağı içinde ele almaktadır. Bu eser, kişisel hayatından kesitlerin ve düşüncelerinin anlatıldığı canlı bir mecra olarak değerlendirilebilir. Eserde, yazarın çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Üsküdar’da bulunan tarihî bir konakta yaşadığı hayat ele alınmaktadır. Ahşap Konak’ta, yazarın kendi hayat hikâyesini anlatmasının yanı sıra, nesil çatışmasının mekâna yansıyan yüzü de dile getirilir (Erzen, 2015). 

Necip Fazıl Kısakürek “Muhasabe” başlıklı şiirinde de (2000: 402) modernleşmeyle birlikte yaşanan kültürel alt üst oluşu ve değişimi bir ahşap konağın katları üzerinden anlatmaya ve betimlemeye çalışır:

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!

Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem,

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,

Alt kat: Kız kardeşimin (Tamtam)da çığlıkları.

Bir kurtlu peynir gibi ortasından kestiğim;

Buyrun ve maktaından seyredin işte evim!

Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!

Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş

 

Klasik ve modern arasındaki değişimi ve uçurumun farklı hâllerini kendine has üslubuyla eleştirilerine konu edinen Samiha Ayverdi’nin “İbrahim Efendi Konağı” adlı eserinde de evin çevresi, mimarisi, iç dekorasyonu ve aile üyelerinin davranışlarına dair detaylı anlatımlar yer almaktadır. Mesela, evin etrafı doğal bir güzellikle çevrilidir ve bahçesi de oldukça geniştir. Evin mimarisi ise Osmanlı döneminin izlerini taşır. Konak oldukça büyük ve ferah bir yapıdadır. İçinde birçok oda, salon ve hizmetli odaları vardır. Zemin katta büyük bir salon, kütüphane ve misafir odaları yer alırken, üst katlarda aile üyelerinin odaları ve özel bölümleri bulunur. Öte yandan iç dekorasyon da oldukça zengin ve detaylıdır. Mobilyaların ve halıların seçimi bile özenle yapılmıştır. Ayrıca evde birçok sanat eseri de bulunmaktadır. Romanda evin aile üyeleri, Osmanlı geleneğine uygun bir şekilde, birbirlerine saygı ve sevgiyle davranırlar. Evin hanımefendisi, evin düzeni ve misafirlerin ağırlanması konularında oldukça titizdir ve hizmetlileri de bu konuda eğitim almıştır. Evin beyefendisi ise entelektüel bir kişiliktir ve genellikle kütüphanesinde vakit geçirir. Böylece Samiha Ayverdi’nin anlatımıyla “İbrahim Efendi Konağı”nda, evin mimari özellikleri, iç dekorasyonu ve aile üyelerinin davranışlarına dair detaylı bir tasvir yapılarak, okuyuculara Osmanlı kültürüne ve yaşam tarzına dair önemli ipuçları verilmektedir (Ayverdi, 2010).

Hemen tüm şiirlerinde eve vurgu yapan ve onu geleneksel varoluşun ve modern değişimin ana mihveri olarak betimleyen Behçet Necatigil de “Evin Halleri” başlıklı şiirinde verili gerilim etaplarına işaret eder (Necatigil, 2009: 85; Şişmanoğlu, 2003):

 

         

 

İsmet Özel de Of Not Being A Jew adlı şiirinde (Özel, 2005: 20-21), evi dönülecek bir melce ve kalbin olmazsa olmaz merkezi olarak tasvir etmektedir:

Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!

Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!

Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!

Eve dönmek

kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?

orada, arada bir beni yoklar

intihara ayırdığım zamanlar

bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır

düzgün sabuklamalardan bana kalan...

Evde

anlaşılmaz bir tını

bilmem nereden gelir

uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?”

Edebiyatta evi bir kurucu zemin hatta oradan/ondan hemen her yere gidilebilen bir ana memba olarak değerlendiren pek çok çalışmadan da söz edilebilir. Bütün bir hayatın türlü labirentlerinin iç içe geçmiş bir şekilde eve doluştuğu bu metinlerde mekân her şeyden önce aktörleri bir araya getiren ve buluşturan ana mecra olarak betimlenir. Jale Özata’nın çözümlemeleriyle, 

İşte (…) pek çok başka güçlü yazarın etkisiyle şekillenmeyi ve farklılaşmayı sürdüren günümüz edebiyatı da “ev”le ve onunla özdeşleşmiş yuva, sığınak, aidiyet, güven ya da sıkışmışlık gibi kavramlarla hesaplaşma çabasını sürdürüyor. Yazar, bugünün siyasi ve toplumsal çatışmaları içinde, edebiyatın işlevini sürekli yeniden düşünmek zorunda hissettiği bir çağın içinden geçerken, bir eve sahip olmanın, onun içinde var olmanın/var kalmanın ne demek olduğu üzerine düşünüyor. Bu edebi düşünme süreci kimi yazarlarda tematik düzeyde işlerken, kimi yazarlarda da bizzat yazının imkânının sorgulanmasıyla kendini gösteriyor. Kendini hiçbir yerde “evinde hissetmemek”, kimi zaman kaçınılmaz olarak yazıyı evleştiriyor, onu bazı yazarlar için bir tür “yuva” haline getiriyor. Walter Benjamin’in şu çok sevilen sözündeki imkânsızlık ve hüzün tonuyla: “Hayatta telafi edemeyeceğimiz şeyler vardır; on beş yaşında evden kaçmamış olmak gibi.” Bu yüzden de belki, edebiyat “ev”den kaçmaktan, ona geri dönmekten, kendini ona hapsetmekten ya da sadece ona sığınmaktan hiç vazgeçmiyor (Dirlikyapan, 2022).

Ben ise Evrengiz’de doğrudan kendi evime/evlerime odaklandım ve hayatım boyunca yaşadığım yerlerin hemen hepsini hatırlamaya çalışarak onların tek tek bende bıraktığı hatıraları edebî bir formda kayda geçirmeyi denedim. 30’u aşkın evin hemen her birinde içkin olan duygusallığın gündelik yaşam örüntülerine yol veren, onları besleyen yanlarına mutlaka temas etmem gerekirdi. Bunu önemsedim ve çocukluğumda annem ve babamla birlikte yaşadığım evlerden bana sirayet eden ve bir ömür üzerimde taşıdığım o ruh hâlini dile dökmenin yollarını aradım. Aynı şekilde ilerleyen yaşlarımda kendi ailem için seçip oturduğum evlerde de aradan yıllar geçtikten sonra hayatıma nüfuz eden şeylerin olduğunu fark etmek sarsıcı oldu. Bir anlamda Evrengiz, bütün bu yaşanmışlıkların hülasasına ev üzerinden bakmak için oldukça özel bir bakış açısına beni zorladı ve yönlendirdi. Belki de bununla artık geçmişte kaldığına yavaş yavaş ikna olmaya başladığımız bir sıcaklığın bugüne yansıyan bölük pörçük siluetine karşı bir hayıflanma duygusu harekete geçmekteydi:

Evin basitçe yuva olmaktan çıkıp, çeşitli tüketim imgeleriyle karmaşık bir tasarım problemine dönüşümü, basit ev imgesi eşliğinde eve dönüş özlemini tetikler. Üçgen çatısı, iki göz penceresi, tam simetri eksenindeki kapısı, giriş yolu ve bahçesinde ağacıyla çocukluk resimlerimizdeki ev, artık arzuladığımız sahip olmak istediğimiz imkânsız nesnedir (Talu, 2012: 96).

Ve yine öyle ki artık, 

Modernleşmenin ev ve konut tasarımı üzerine yürüttüğü tüm etkinlikler hiç hesapta olmayan psikolojik bir durum ile sonuçlanır: umutsuzca arzulanan bir ‘ev ideali’ni doğurur. Ev modernize edildikçe (nesnelleştikçe), idealize edildikçe (dergilere konu, sinema filmlerine sahne oldukça), tam tersine bir o kadar ulaşılamaz, inşa edilemez ve arzulanır olur. Hayallerimizi kurduğumuz yerden, hayalini kurduğumuz ulaşılmaz nesneye dönüşür. Endüstriyel üretim surecinden çıkan her nesne, ya da sermayeci görsel dünyanın her imgesi gibi, o da metalaşır ve bir tüketim nesnesine dönüşür. Genel anlamda sorun, öznenin modern yaşamda öznelliğini yitirişinde düğümlenir. Özne de nesnelleşmiştir (Talu, 2012: 109).

Kuşkusuz Evrengiz ne Türkçede ne de başka dillerde şimdiye kadar kullanılan bir kavram değil. Yukarıda da vurgulandığı gibi kavram Şehrengizden mülhem bir ilhamla üretildi ve içinde birçok anlamı ihtiva eden çeşitliliği yansıtmak üzere kullanıma açıldı. Bir formülle açıklamak gerekirse belki de ilk etapta şunlar söylenebilir:

Ev: Mekân

Ev-re: Dönem/Kuşak/ Sınıf/ Aşama/ Katman

Evre-n: Dâhil olduğumuz dünya-gelenek-zihniyet- habitus

Giz: Sırlar, içe bakışlar, içerdeki havalar

Ben Evrengiz kavramını ev, evre, evren ve giz kavramları eşliğinde ele almak istedim. Evi salt bir mekân olmakla sınırlı kalmaksızın geniş bir evren olarak tasavvur ettim. Esasen ev de bu çerçeveyi ihata edecek bir derinliğe ve çeşitliliğe sahiptir. Mahremiyet, içerinin havası, yaşanmışlıklar ve aile müktesebatına dâhil olan dinî, kültürel ve entelektüel bagajları duygusal bağlamlarla birlikte anmaya başladığımızda ev artık koca bir evrene dönüşmektedir. Ne var ki nihayetinde 4 duvar arasına yerleşmiş, yer yer burada iyice sıkışmış, yer yer burada kendine güvenli bir yayılma imkânı ancak bulmuş evren ya da bir başka açıdan başka diğer evlerle karıştırılmayacak öznellikleriyle evler, mahremiyetlere ve özgüllüklere alan açmaya devam etmektedir. Bu yapısıyla da evi belli bir sırrı taşıyan, bununla yaşayan ve toplumda belli başlı mahremiyet ve dokunulmazlıkları o evle sabitleşmiş hikâyelerle anımsatmak üzere giz kavramını kullandım. Böylece bir terkip olarak kullanıldığında Ev-re-n-giz, evi, evreyi, evreni ve gizi içeren yeni bir yapı ve alan özelliğiyle tanımlanmış olmaktadır.

Evrengiz’deki metinler, 2019’da kaleme alındı. Hemen her ev için müstakil bir metin hazırlandı. Artvin, Konya, Erzurum, Balıkesir, Van, Muğla ve Samsun’daki oturduğumuz evleri kapsayan bu kitapta zaman zaman zorunlu ve ama uzun süreli olarak yaşadığım başka mekânları da yazdım. Bu bağlamda Paris yaşanmışlıklar arasında önemli bir yer tutmaktadır.

Sonuç olarak Evrengiz, doğrudan yaşadığımız evler ekseninde hayatı karşılamaya, onu deneyimlemeye yönelik bir ana eksen olarak kavramsallaştırılmaktadır. Çalışmanın bu ufku ve derinliği taşıyabilen bir dilde kaleme alınmış olmasını diliyorum.

Kaynakça

Adıvar, Halide Edip (2016). Mor Salkımlı Ev, 23. b., İstanbul: Can.

Ayverdi, Sâmiha (2010), İbrâhim Efendi Konağı, İstanbul: Kubbealtı Neşriyât.

Dere, Mustafa (2015). İhtişamdan Sefalete Yeni Türk Edebiyatı’nda Konak ve Yalı, İstanbul: Palet.

Dirlikyapan, Jale Özata (2022). “Türkçe Edebiyatta Ev: Kaçacak mıyız, Varacak mıyız, Sığınacak mıyız?”, https://www.goethe.de/ins/tr/tr/kul/sup/lit/zuh/21514852.html (Erişim, 10 Ekim 2022).

Erzen, Melih (2015). “Nesil Çatışmasının Mekâna Yansıyan Yüzü: Ahşap Konak’ın Katları”, Gazi Türkiyat, s. 17 (Güz), ss. 39-65.

Gürboğa, Nurşen (2003). “Evin Hâlleri; Erken Cumhuriyet Döneminde Evin Sembolik Çerçevesi”, İstanbul, s. 4 (Ocak), ss. 58-65.

Karacasu, Barış (2007). “Eski Türk Edebiyatında Şehr-engîzler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, s. 10, ss. 259-314, 

Kaya, Bayram (2010). “Şehrengiz”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. XXXVIII, ss. 461-462.

Kısakürek, Necip Fazıl (2000). Çile, 83. b., İstanbul: Büyük Doğu.

Kısakürek, Necip Fazıl (2010). Ahşap Konak, 15. b., İstanbul: Büyük Doğu.

Levend, Agah Sırrı (1958). Türk Edebiyatında Şehrengizler ve Şehrengizlerde İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü.

Necatigil, Behçet (2009). Şiirler -Bütün Yapıtları-, 4. b., Haz. Ali Tanyeri ve Hilmi Yavuz, İstanbul: YKY.

Özel, İsmet (2005). Of Not Being A Jew, 2.b., İstanbul: Şule.

Subaşı, Necdet (2022). Evrengiz -İçerideki Havalar-, 2. b., İstanbul: Mahya.

Şişmanoğlu, Şehnaz (2003). Behçet Necatigil ve Şiirin Ev Hali, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi.

Talu, Nilüfer, (2012). “Bir Arzu Nesnesi olarak Ev”, Arzu Mimarlığı -Mimarlığı Düşünmek ve Düşlemek-, Der. Nur Altınyıldız, Artun Ojalvo, İstanbul: İletişim, ss. 73-117.

Tığlı, Fatih (2020). Türk Edebiyatında Şehrengizler, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.





Diğer Yazıları

Çatkapı

Çatkapı

  • 01.03.2025 / 16:37

Yorum Yaz