Gazze’nin yakılan çocukları, Holocaust ve kurban

Tipik olarak, bir bina yandığında, hayat kurtarmak için tüm acil durum önlemleri alınır. Hiçbir çabadan kaçınılmaz. Vietnam'da, 9 yaşındaki Phan Thi Kim Phuc adlı bir çocuğun çığlıkları, savaşı durdurmak için küresel çabaları harekete geçirdi. Suriyeli küçük bir çocuğun -3 yaşındaki Alan Kurdi'nin- cesedi bütün bir kıtayı mültecileri kabul etmek için harekete geçirdi. Ancak Gazze'de ateşten kaçan, enkazdan çıkarılan ve tanınmayacak kadar yanan kız çocukları harekete geçmek için yeterli değil.
Gazze'de çocuklar acımasız bombardımanın ateşi altında kaldığında dünya sırtını dönüyor. Hiçbir acı ya da ıstırap, masumların bedenleri üzerinde yükselen bu cehennemi söndürmek üzere harekete geçmeleri için bu dünyanın liderlerine ilham vermiyor gibi görünüyor.
ABD Filistin Çalışmaları Enstitüsü İcra Direktörü Jehad Abusalim'in de ifade ettiği gibi: “Kız çocuklarının yakılması neden Vietnam'da önemliydi de Gazze'de değil?” Vietnam'da tek bir görüntü -yolda koşan napalize edilmiş bir kız- Amerikan vicdanını sarstı. Ancak "Gazze'de her gün düzinelerce ‘napalm kızı’ anı yaşanıyor. Bu görüntüler uzaktaki fotoğraf tellerinden ya da gecikmeli haberlerden süzülerek gelmiyor; canlı, filtrelenmemiş ve acımasız bir şekilde geliyorlar. Dünya kanıttan yoksun değil. İçinde boğuluyor. Peki, neden tepki vermiyor?"
Dr. Ghada Ageel al Jazeera
Hac mevsimi ve Kurban Bayramı İbrahimi dinlerin ümmetlerinin kendi aralarındaki yüzleşmenin veya karşılaşmanın bir şekilde gerçekleştiği bir büyük olaydır. Günümüz dünyasında aralarında cereyan eden kavgalar, savaşlar ve tartışmalar bir bakıma 3500 yıl öncesine kadar giden olayların günümüze kadar gelen yansımaları. O olaylar esnasındaki konumlanmalar, sonrasındaki ayrışmalar günümüzde her birine adeta iyice yerleşmiş, oturmuş kişiliklerine, karakterlerine uygun roller yazıyor.
İsrail’in bugün Gazze’de, Batı Şeria’da Filistinlilere reva gördüğü muameleler ve ABD’nin buna verdiği sınırsız destek, Avrupa’nın onaylayıcı ve destekleyici sessizliği, İslam dünyasındaki münafık liderlerin sınırsız suskunlukları ve el altından destekleyici tutumları… Bütün karakterler Kitap’ta anlatılanlarla birebir örtüşüyor. Bugün olup bitenleri izleyip okuduğunuz Kitap sizi tarihe götürdüğü gibi o tarihi de bugüne, tam da yaşadığınız olayların ortasına getirip koyar.
İsrail’in Filistinli çocukları, kadınları, yetişkinleri “yakarak” öldürdüğü ve bunu kendi halkına karşı hiçbir savunma ihtiyacı hissetmeden adeta bir övünme konusu haline getirebildiği sahneler sadece günümüzde, modernitenin sunduğu teknik imkanlarla ölümün ve öldürmenin çok kolaylaşması, bir teknik imkân meselesi haline gelmiş olmasıyla mı ilgili? Öyle ya Holokost olayı için Zygmunt Bauman’ın meşhur kitabı konuyu bir modernlik meselesine indirgemişti. Belki bununla konunun sadece Nasyonel Sosyalizmin ötesinde Aydınlanmada, modernlikte kökenlerinin olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Orada Holokost, yani Yahudilerin modern bir ırkçılık adına yakılarak öldürülmesi ve bunun modern bir öznenin kolaylıkla ve her zaman sapabileceği bir suç olarak görülüyordu. Bauman’a göre, Holokost geleneksel olarak irrasyonel nefretin ya da barbarlığın patlaması olarak görülmesine karşılık bunun modern rasyonalite, bürokrasi, bilimsel düşünce ve teknolojik ilerleme gibi modern unsurların bir araya gelmesiyle mümkün oluyordu.
Modern bürokrasinin işleyişi, bireylerin eylemlerinden ahlaki sorumluluk duymalarını engeller. Emir-komuta zinciri içinde insanlar sadece “görevini yapan memurlar” hâline gelir. Bu durum, Nazi memurlarının soykırıma katılmalarını psikolojik ve etik olarak mümkün kılar. Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramına benzer biçimde, Bauman da modern bürokrasinin soğukkanlı doğasına dikkat çekerek bu kadar vahşi bir şiddet ve soykırım olayının bizatihi modernitenin içinden çıktığını anlatmaya çalışmıştı.
Şimdi, Yahudilerin maruz kaldığı Holokost modernliğin bir sonucuydu da bugün İsraillilerin uyguladığı “insan yakma”, “çocuk yakma” noktasına kadar varan soykırım da mı modernitenin bir sonucudur?
Yakın zamanda yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre Yahudi İsraillilerin yüzde 82'sinin Filistinlilerin Gazze'den çıkarılmasını desteklediği görülmüş. Yani bugün Netanyahu’ya yöneltilen eleştirilerin önemli bir kısmı onun Gazze’de işlediği cinayetlerle hiçbir sorunu yok. Onların tek sorunları Netanyahu’nun bir türlü vaat ettiği katliamları Hamas’ı yok edecek ve belki Filistinlileri Gazze ve Batı Şeria’dan süpürecek seviyede gerçekleştirememiş olmasınde. Burada moderniteye atfedilebilecek bir günah yok. Günah bir kavmin kendisini teolojik olarak başka insanlara karşı her türlü şiddet, katliam, hırsızlık, tehcir ve yakma eylemlerini işlemeye hak sahibi görmesiyle ilgili ve bunun modernlikle bir ilgisi yok. Burada tabii ki Bauman’a karşı modernliği savunma derdimiz yok. Bauman’ın ve Arend’in bürokratik görev lakaytlığında kötülüğün sıradanlaşmasına yönelik eleştirisi elbette doğru ve yerindedir. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz kötülük sıradanlaşmış kötülükten çok daha kötü bir nefret, dinci bağnazlık ve düşmanlıkla ilgili olanıdır.
İçine girdiğimiz Kurban yolculuğunda belki Yahudi ve Hıristiyan kurban anlayışlarının tahrifinden ve Allah’a ve bütün kullarına yaklaştırıcı olması gerekirken bir ayrışma ve nefret konusu haline gelmesiyle de ilgili. Tıpkı bir bayram olarak özgürleşmenin en derin ve en geniş anlamlarına açılmayı gerektiren Hamursuz Bayramının Filistinlilere karşı bir nefret ve düşmanlık gösterisine dönüşmesi gibi. Kurban edilenin İshak mı İsmail mi olduğu noktasında sergilenen kıskanç tutumdan İsmail’e gülmeyi bedeli ağır bir şekilde ödenmesi gereken bir küstahlık olarak gösteren bir kibir.
İsmail, sadece İshak’ın hak ettiği gülüşü (idhak) yerli yersiz sergilediği için belki yakılarak cezalandırılması gereken biriydi. Onun kurbanlığı ona bir ceza oluyordu böylece. İsrailoğulları için Allah nezdindeki yeri başka kimseye kaptırmamaya çalışan bir yer kapma adına imha edilmesiydi. Allah’a yaklaşmanın yöntemi sapkınca bir yolla, bir cinayetle, ona alternatif olan başka adayları yok etmek şeklinde gerçekleştirilmiş olur. O günden sonra İsmailoğullarına karşı bitmeyen bir nefret ve düşmanlığın günümüzdeki tezahürüdür Gazze’de, Filistin’de şahit olduğumuz katliamlar. Bir toplumun topyekûn kurban edilmesi.
Holocaust Yunanca kökenli bir kelime ve holos (tamamen) + kaustos (yakılmış) – yani “tamamen yakılan kurban” anlamına gelir. Tevrat'ta kesildikten sonra tamamı yakılarak (holocaust) gerçekleştirilen bir ritüel olarak kurbanın, popüler Yahudi kültüründe dumanlarının özellikle hızla uçup gitmesinin onu Allah’a ulaştırdığı düşünülür. “Tanrı, “İshak'ı, sevdiğin “biricik oğlunu” al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun" (Yaratılış Kitabı Yar.22: 2).
Olabildiğince antropomorfik tahayyüllerle tahrif edilen bir Allah inancı buradan başlıyor. Kurbanın dumanlarının Allah’a yaklaşacağının düşünülmesi kurban kavramının kendisinin de tahrifinden başka bir şey değil. Kurbanın bu şekilde tasavvuru Yahudilerin asli inancının bir sonucu değil, antik Yunan’daki anlayışından bir esinlenme ve etkilenmedir. Nitekim bu terim antik çağda Tanrı’ya tamamen yakılarak sunulan kurbanları ifade ederdi. Bu nedenle bazı Yahudiler, Naziler tarafından maruz kalınan felaketin veya soykırımın Holokost adıyla anılmasını rahatsız edici bulur. Çünkü bu ad, Nazi kamplarında Holokost yoluyla öldürülmüş Yahudi kurbanlarının Tanrı’ya sunulmuş kurbanlar gibi algılanmasına yol açabilir. Bu hem kurbanı ceza olarak gören bir anlayış açısından çok moral bozucu hem de hikayeye göre bu yolla kurban edilmeyi hak eden Allah’ın sevgili kulları Yahudiler değil onların düşmanlarıdır.
Oysa Kurban özgün haliyle, tevhid inancı bağlamında bir cezalandırma değil bir yaklaşma ve yaklaştırmadır, Allah’a ve insanlara, yoksullara. Bir sakınma ve israf değil bir paylaşma ve başkalarının kalbine girme yoludur. Yakılarak sunulan kurbanların Allah’a bir faydası olmadığı gibi insanlar için faydalı olanın tamamen ve gereksizce israfıdır. Ayrıca kurban bir nefret konusu değil bir dostluk, kardeşlik, özde vahdet şuurunun ritüel aracılığıyla kişiliğin derinliğine yerleşmesi meselesidir. Allah’ın kesilen kurbanların ne etlerine ne de kanlarına ihtiyaç duymadığı üzerinde düşünme vesilesidir. Zaten can ona ait, kan ona ait ve o kanın da canın da şahdamarına herkesten daha yakın.
İstediği zaman istediğinden alır istediği zaman istediğine verir. Allah bu ritüel aracılığıyla hem bunun idrakinde varmayı hem de bu vesileyle kurban etlerinin yoksullara dağıtılmasını murat etmiş.
Peki Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde aslında bizzat Kurban ritüelinin kendisi ortadan kaldırılmışken bugün koca bir milleti cezalandırmak yoluyla ve bunu yaparken Allah’a daha sevimli görüneceği sapkınlığıyla kurban etmeye çalışmak nedir? Bu kurban İsrail’i nereye yaklaştırır (kurb eder), nereye uzaklaştırır?