Konforun Afyonu ve Hakikatin İsyanı: Gazze'nin Sınıfsal, Ontolojik ve Epistemolojik İfşası
Gazze, 7 Ekim 2023’ten bu yana sadece coğrafi bir yıkım sahası değil, modern Batı medeniyetinin üzerine titizlikle ördüğü "refah" ve "özgürlük" illüzyonunun parçalandığı bir hakikat meydanıdır. Ali Şeriati, insanı hakikatten alıkoyan dört temel zindandan; doğa, tarih, toplum ve benlik, bahsederken, modern insanın bilim ve ideolojiyle ilk üç zindandan kurtulduğunu varsaymıştı. Ancak Gazze aynası, bu varsayımı acımasızca çürütmüştür. Bugün Gazze, "Batı Konforu" dediğimiz şeyin aslında Batılı hegemonik sınıfların, kendi alt sınıflarını uyuşturmak ve itaatkâr kılmak için sunduğu bir rüşvet, bir "sınıfsal afyon" olduğunu ifşa etmiştir. Gazze'deki direniş hem bu sınıfsal köleliği ifşa etmekte hem de statüsü ne olursa olsun tüm insanlığı unuttuğu "insanlık onuruna" geri çağırmaktadır.
- Zindan: Doğa ve Konformist Kölelik
Şeriati'nin ilk zindanı olan Doğa (madde/coğrafya), modern Batı'da aşılmamış, bilakis şekil değiştirmiştir. Batılı egemen sınıflar, alt sınıflara "tüketim özgürlüğü" adı altında teknolojik bir konfor sunmuş, onları market raflarına ve banka kredilerine zincirlemiştir. Batılı halkların "özgürlüğü", ısıtmalı evlerinden çıkıp AVM’lere gidebildikleri kadardır. Bu konfor, onların sisteme başkaldırma iradesini felç eden bir uyuşturucudur. Gazze halkı ise, en temel biyolojik ihtiyaçlardan (su, gıda, barınma) mahrum bırakıldığı, yani doğa zindanının en dibine itildiği halde, iradesini teslim etmeyerek "maddeye" yenilmemiştir. Gazzelinin bir yudum su bulamazken gösterdiği vakur duruş, her türlü imkana sahip Batılı kitlelerin aslında "eşyanın kölesi" olduğunu yüzlerine çarpmıştır. Gazze, Batılı yoksullara ve orta sınıfa şunu haykırır: "Zincirlerinizin altından olması, köle olduğunuz gerçeğini değiştirmez."
- Zindan: Tarih ve Egemenlerin Masalı
Tarih zindanı, egemen sınıfların yazdığı ve kitlelere ezberlettiği bir senaryodur. Batılı yönetici elitler (hegemonya), kendi halklarına "medeniyetin zirvesi" olduklarını, tarihin "barbar Doğulular" ile "uygar Batılılar" arasında bir savaş olduğunu anlatmıştır. Bu anlatı, Batılı alt sınıfların kendi sömürücüleriyle özdeşleşmesini sağlayan bir manipülasyon aracıdır. Ancak Gazze, bu tarihsel kurguyu parçalamıştır. Gazze’deki soykırım, "uygar" denilen devletlerin aslında ne kadar barbarlaşabileceğini, sömürgeci reflekslerin nasıl canlı olduğunu göstermiştir. Gazze halkı, kendilerine biçilen "edilgen kurban" rolünü reddedip tarihin akışına müdahale ederek, Batılı halklara da kendi tarihlerine eleştirel bakma cesaretini aşılamıştır. Tarih zindanından çıkış, egemenin sistematik ve sağduyusallaştırılmış yalanını reddetmekle başlar. Gazze bu reddiyenin küresel öncüsüdür.
- Zindan: Toplum ve Akademik Dilin İhaneti
Üçüncü zindan olan Toplum, yasaların, kurumların ve özellikle "Hegemonik Dilin" insanı kuşatmasıdır. Gazze, burada sadece Batı'nın siyasal ikiyüzlülüğünü değil, aynı zamanda Batı akademisinin ve entelektüel dilinin "suç ortaklığını" da ifşa etmiştir. Batı akademisi, Gazze'de yaşananları tanımlarken "travma", "insani kriz", "çatışma", "orantısız güç" gibi steril, seküler ve soğuk kavramlar kullanır. Bu dil masum değildir. Bu dil, zulmü teknik bir arızaya indirgeyen, yaşananları "yönetilebilir bir sorun" gibi sunan sinsi bir gardiyandır. Batılı akademik dil, Gazzeliyi sadece "yardıma muhtaç bir kurban" veya "incelenmesi gereken bir travma vakası" olarak kodlar. Böylece onu edilgenleştirir, direnişini ve öfkesini gayrimeşru kılar. Gazze, kendi varoluş mücadelesini özgün İslami referanslarıyla dile getirerek, direnişin hegemonik dile tercüme edilip ehlileştirilmesi sürecini sekteye uğratmıştır. Batı kamuoyu başta olmak üzere tüm dünya, o steril ve akademik dilin ve işaret ettiği politik-kültürel yapıların hükmünü yitirdiği bir hakikatle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Gazze, hegemonik entelektüel dilde derin bir çatlak oluşturarak, tarihe yeni, aşılması güç epistemolojik bir direniş dili katmanı ve bu dilde taşınacak bir direniş hafızası eklemiştir.
Gazze’den yükselen ses, İslami referanslarıyla, sadece başka bir “kültürel çerçeve” sunmakla kalmamış aynı zamanda modern seküler kamusallığın kendini evrensel sayan monoloğunu da bozuntuya uğratmıştır. Monolog derken, bir tarafın konuşup diğer tarafın ancak o konuşmanın diline dayanarak “konuşmuş sayılabildiği” tek yönlü düzeni kastediyorum. Direnişin meşru sayılması için önce “akla uygun”, “kabul edilebilir”, “ölçülü”, “insancıl” bir tercümeye razı olması beklenir. Ne var ki Gazze’de tanıklık, tam da bu beklentinin karşısına, tercümeye bütünüyle kapanmayan ama tercüme edilmeye çalışıldıkça da artan bir anlam fazlası koyarak var oldu. Tevhid, adalet, merhamet, sabır, tevekkül, şehadet, emanet, ümmet gibi kelimeler yalnızca sekülerist “batıcada” hapsedildikleri gibi teskin edici “dini motifler” değildirler. Bu kavramlar hayattan çıkan ve hayat inşa eden bir varoluşun, bir etik-politik konumlanışın/direnişin ve acının anlamlandırılma rejiminin taşıyıcılarıdır. Bu kelimeler, acıyı yönetilecek bir krize indirgemek yerine onu hesap sorulacak bir hakikat olarak sabitlemekte ve seküler insan-insan ilişkisini yerinden ederek insan-Allah-insan ilişkisi şeklinde yeniden kurmaktadırlar. İşte bu sabitleme, yerinden etme ve yeniden kurma süreci hegemonik akademik dilin en sevmediği şeydir. Ölçülebilirlik yerine sorumluluk, yönetim yerine muhasebe, teknik çözüm yerine adalet talebi. Gazze halkı, kendi tecrübesini kendi İslami diliyle adlandırarak (terminolojik bir huruç yaparak) bu batılı hegemonik akademik kuşatmayı yarmıştır:
- Batı'nın "ölü" dediğine onlar "Şehit" demiştir.
- Batı'nın "kriz" dediğine onlar "İmtihan" demiştir.
- Batı'nın "savaş" dediğine onlar "Cihad" ve "Ribat" demiştir.
- Batı'nın "travma sonrası stres" dediği duruma onlar "Sekine" ve "Tevekkül" diyerek cevap vermiştir.
Gazzelilerin bu ısrarı, Batı'nın evrensel olduğunu iddia ettiği o akademik dilin sınırlarını ve zulüm sisteminin görünmez kılınmasında nasıl işlevselleştirildiğini ifşa etmiştir. Çünkü Batılı dil, olayı "anlamak" değil, "ehlileştirmek" ve "İlahi alandan koparmak" ister. Gazze ise "Hasbunallah" (Allah bize yeter) diyerek, acısını seküler dünyanın laboratuvar malzemesi yapmayı reddeder.
- Zindan: Benlik ve Peygamberi Huruç
Şeriati’nin en zorlu zindan dediği "Benlik", modern bireyciliğin kalesidir. Egemen sınıflar, kitleleri "bireysel başarı", "kişisel gelişim" ve "kariyer" masallarıyla benlik zindanına hapseder; böylece toplumsal dayanışmayı ve fedakarlığı öldürür. Gazze, işte bu benlik zindanını, Peygamberi bir rehberlik ve örneklikle yerle bir etmiştir. Modern seküler akıl "Önce ben" derken, Gazze halkı "Biz" ve "O (Allah)" diyerek egoyu aşmıştır. Ölümü bir yok oluş değil, bir "şehadet" (hakikate tanıklık) olarak karşılayan Gazze, modern insanın ölüm korkusu üzerinden kurulan "Benlik" tutsaklığını yıkmıştır. Enkaz altından çıkardığı ekmeği paylaşan Gazzeli, Batı’nın "rasyonel birey" (homo economicus) efsanesini çöpe atmıştır. Bu tavır, sınıfsal konumu ne olursa olsun tüm insanlık için bir "Huruç" çağrısıdır. Gazze, Peygamberi bir solukla insanlara, egolarının ve korkularının kölesi olmaktan çıkıp, diğerkâmlığın ve adaletin özgür iklimine yükselmeyi öğretmektedir.
İnsan Olmaya Çağrı
Nihayetinde Gazze, sadece siyasi bir dava değil, evrensel bir "İnsan Olma" çağrısıdır.
Bu çağrı;
- Tüm Egemenlere: "Gücünüz, teknolojiniz ve akademik kavramlarınız acizdir; ruhu tanımlayamaz ve teslim alamazsınız."
- Tüm Halklara: "Konforunuz bir tasmadır, refahınız bir rüşvettir. Sizi yönetenler suç ortağı yapıyor, uyanın."
- Tüm İnsanlığa: "Doğanın, tarihin, toplumun (hegemonik dilin) ve en çok da kendi nefsinizin zindanlarından çıkın." demektedir.
Gazze’deki o "çıplak hayat", paradoksal bir şekilde yeryüzündeki en "giyinik", en onurlu ve en özgür duruştur. Çünkü onlar, tüm zindanları yıkan o büyük anahtarın, "teslimiyet (İslam) ile gelen hürriyetin" sahibidirler. Kırılan aynada görünen, Batı'nın çöküşü değil, insanın yeniden doğuş sancısıdır.
