Netanyahu’dan Çıkmazdan Çıkmaza

Netanyahu’dan Çıkmazdan Çıkmaza

 

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ilk çıkmazı, ve giderek derinleşeni, yirmi aya yayılan bir zaman diliminde Gazze Şeridi’nde ortaya çıktı. Bu çıkmaz, 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı operasyonuna karşılık olarak iki cephede birden başlattığı savaşla şekillendi:
İlki, İsrail ordusunun direnişi ortadan kaldırmak ve Gazze üzerindeki askerî kontrolü sağlamak amacıyla yürüttüğü kara savaşıydı.

İkinci savaş ise İsrail hava kuvvetleri eliyle yürütülen bir soykırımdı: toplu katliamlar, neredeyse tümüyle bir yıkım; özellikle hastanelerin hedef alınarak hizmet dışı bırakılması ve genel bir açlık dayatılması, yardım almak için akın eden yüzlerce aç ve susuz insanın keskin nişancılarla vurulması.

Kara savaşının sonucu askerî bir başarısızlıktı. Gazze’nin altını boydan boya saran tünel ağları savunmada kendini ispatladı. Direnişin komutan kadrosu, tünellere mevzilenmiş eğitimli savaşçılarla iki yılı aşkın sürecek bir savaşa hazır olduğunu gösterdi.

Bu durum, hava ve tank üstünlüğünü etkisizleştirmeyi sağladı. Sonuçta direnişi yok etmeyi amaçlayan saldırı başarısız oldu. Hatta 15 Ocak 2025’te imzalanan esir takası anlaşmasıyla birlikte, askerî açıdan direnişin galip geldiği kabul edildi. Direnişin silahlı kuvvetleri Gazze’nin her köşesini sarmıştı.

Soykırım savaşı ise yol açtığı acılar, şehitler, yaralılar, yıkım ve sefaletle birlikte, İsrail’i uluslararası hukuk, ahlak ve insanlık değerlerini çiğneyen; çocuk katili, hastane yakıcı bir yapı olarak damgaladı. Bu da dünya kamuoyunun gözünde İsrail’in itibarını yerle bir etti. Bu etki, ilerleyen dönemde Filistin’in "nehirden denize" özgürleştirilmesinde, gasıp yerleşimcilerin çekilmesinde ve temelsiz kurulan bu yapının meşruiyetinin çökmesinde belirleyici olacaktır.

Netanyahu’nun krizi işte bu noktada başladı. Uluslararası tecrit altına girdi. Özellikle Batılı ülkeler, savaşın ikinci aşamasına, yani soykırımın sürdürülmesine karşı çıktı. Bu durum neredeyse iki yıla yaklaştı. Hatta Netanyahu, Donald Trump’la olan ilişkisinde bile kriz yaşadı.

İsrail içinde de keskin bir iç bölünme ortaya çıktı. Bu bölünme, uluslararası kamuoyunda ve hatta siyonist hareketlerin kendi içinde bile Netanyahu’ya karşı oluşan muhalefetle birleşti. Örneğin, siyonist gazeteci Thomas Friedman, Trump’a yazdığı açık mektupta Netanyahu’yu terk etmesini, çünkü onun İsrail’i ve itibarını yok ettiğini dile getirdi.

Netanyahu’nun karşıtları İsrail içinde ve dışında bir kefeye konduğunda, onun büyük bir krizin pençesine düştüğü ve düşüşün eşiğinde olduğu açıkça görülmektedir.

Netanyahu, 13 Haziran 2025’te İran’a karşı savaş başlatarak iç politikadaki sıkışmışlığından çıkmak istedi. Bu hamleyle içerdeki siyasi rakiplerini etrafında toplamayı, dışarıda ise Batılı ülkeleri “İsrail’in kendini İran’a karşı savunma hakkı” söylemiyle yeniden yanına çekmeyi amaçladı.

Bu şekilde Netanyahu, tecrit edilmişlikten çıkıp İran’a karşı savaşın liderliğini üstlendi. Bu savaşla İsrail’in liderliğini yeniden tesis etmek, İran’ın nükleer tesislerini ve balistik füze sistemlerini yok etmek ve 1979’daki İslam Devrimi’nden bu yana inşa ettiği her şeyi yerle bir etmeyi hedefledi.

Bununla birlikte, İsrail’in bölgeye mutlak bir caydırıcılık gücü dayatması, Arap ve İslam coğrafyasının tamamını boyunduruk altına alması, Filistin davasını tamamen tasfiye etmesi, bölge haritalarını yeniden çizmesi ve bu ülkelerin rejimlerini ve politikalarını kontrol altına alması hedeflendi.

Trump ve Netanyahu, 13 Haziran Cuma günü bu saldırılardan sonra yaptıkları açıklamalarda, sabah saatlerinde İran’a yapılan saldırıların başarılı geçtiğini, nükleer ve sanayi tesislerinin imha edildiğini ve Devrim Muhafızları’ndan önemli isimlerin suikastle öldürüldüğünü duyurdu. “Tahran semalarında hâkimiyet sağlandığı” algısı öne çıkarıldı.

Ancak bu atmosfer, 13 Haziran Cuma gecesi İran’ın Tel Aviv ve Hayfa’ya 500 füze fırlatmasıyla hızla dağıldı. Bu saldırılar, İran’ın inisiyatifi yeniden ele geçirmesi anlamına geldi. Bu da, Rehber Ali Hamaney’in tereddütsüzce aldığı savaş kararı ve olağanüstü cesareti sayesinde mümkün oldu.

14/15 Haziran gecesi, İran balistik füze saldırılarını artırdı. Bu saldırılarda, demir kubbeyi delip hedeflerini vurabilen hipersonik füzeler de kullanıldı. İsrail, tarihinde görmediği düzeyde bir yıkımla karşılaştı. 15 Haziran gecesi ve gündüzü, İran’ın askeri gücünün ulaştığı yeni seviyeleri ortaya koydu.

Bu İran tepkisiyle Netanyahu, daha da büyük bir çıkmazın içine düştü. Çünkü 13 Haziran Savaşı'ndaki güç dengesi İsrail’in aleyhine, İran’ın lehine değişti. Bu da yalnızca İsrail’in geleceğini değil, Filistin direnişini, Filistin halkını ve Filistin davasının seyrini etkileyecek.

Büyücü, kendi büyüsüne yenildi. Sihir geri tepti.

Genel eğilim artık, savaşın gidişatının İran’ın lehine, İsrail’in aleyhine geliştiği yönünde. Netanyahu, Gazze’de olduğu gibi İran karşısında da başarısız oldu ve daha da derinleşen bir krize girdi.

Bu tablo, topu şimdi Trump ve Avrupa ülkelerinin sahasına atmış durumda. Yeni durumu nasıl değerlendirecekler? İran’ın zaferini ve rolünü, İsrail’in yenilgisini ve Netanyahu’nun çıkmazını tescilleyen bir ateşkese mi yönelecekler? Yoksa bu sonuçları önlemek için savaşı sürdürme kararı mı alacaklar?

Bu iki tercihten her biri, Aksa Tufanı ile 13 Haziran İran Savaşı arasında dünyanın tanık olduğu bölgesel dengelerden tamamen farklı, yeni bir denklem ortaya koyacaktır.

 

Diğer Yazıları

Yorum Yaz