Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile Kur’an ve Meteoroloji İlişkisi

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Afet Yönetimi Enstitüsü Müdürü ile İTÜ İklim Bilimi ve Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Mayıs 2025’te Modern Meteoroloji Perspektifinden Kur'an Ayetlerine Bakış isimli içeriği zengin ve ilginç bir kitap yayınladı. Elbette bu alana yönelik birçok eser ve makale literatürde sözkonusu. Ancak Kadıoğlu’nun farkı hem iklimbilimci hem de meteoroloji mühendisliği alanında yetkin bir isim olarak; Kur’an’daki meteorolojik yorumları salt dinî bir tefsir malzemesi olarak değil aynı zamanda bir meteoroloji mühendisi ve iklim bilimci gözüyle ele almış olması.
Sadece masada akademik metinlerle değil sahada AFAD, TÜBİTAK, AKOM gibi kuruluşlarda danışmanlık ve yöneticilik, NTV, 24 TV ve Açık Radyo’da programlar, Hürriyet, Milliyet ve Superhaber gibi mecralarda köşe yazarlığı yapmış, bilimsel ve inançsal yönünü harmanlayabilmiş bir şahsiyet Mikdat Kadıoğlu.
Kadıoğlu ile odağında Modern Meteoroloji Perspektifinden Kur'an Ayetlerine Bakış eseri üzerinden; Küresel iklim değişikliğini, ozon tabakasındaki deliğin Kur’an ile nasıl irtibatlandırdığını, gezegenimizdeki kuraklığı, erozyonu, yağışların oluşuna dair Kur’an ve bilimin perspektifini, bilim-din ilişkisini, mühendislikle teoloji arasında kurduğu köprüyü, Paris İklim Anlaşması’nı, TBMM’nin 3 Temmuz’da kabul ettiği İklim Kanunu’nu ve kitapta ilginç gördüğüm Kabe’deki tavaf hareketi ile yağmur arasında kurduğu ilişkiyi konuştuk.
KUR’AN’DAKİ METEOROLOJİK OLAYLARI HEM İNANÇ HEM DE DOĞA BİLİMLERİ PERSPEKTİFİNDEN ELE ALIYORUM
Modern Meteoroloji Perspektifinden Kur'an Ayetlerine Bakış isimli kitabınız Mayıs 2025’te yayınlandı. Kitapta, Kur’an’daki meteorolojik kavramları, modern meteoroloji bilimiyle karşılaştırıyorsunuz. Bu kitabı yazmanızdaki amacınızı kısaca belirtir misiniz? Kitabın yazımında Fizikçi Doç. Dr. Şakir Kocabaş Hoca’nın etkisinden bahsetmişsiniz. Nedir bu etki?
Bu kitabı kaleme almamdaki birincil niyet, ülkemizde meteorolojik okuryazarlığı yükseltmek ve gündelik hayatımızda, medyada ya da ders kitaplarında sıkça yanlış yere kullanılan meteoroloji terimlerini düzeltmektir. Kur’an’daki meteorolojik kavramlar üzerine pek çok eser ve çeviri bulunduğunu gördüm, ancak bu çalışmaların çoğu bazen hem dilsel hem de bilimsel bakımdan eksik kalıyordu. Amacım, Kur’an’daki rüzgârın bulutları tohumlamasından, yağmurun parmaklar misali yere serilişine kadar geçen tüm meteorolojik olguları, günümüzün bilimsel verileriyle besleyerek, herkesin anlayabileceği bir dille yeniden anlatmaktı. Bunun dışında üç amaç daha gözettiğimi belirtmek isterim:
- Yanlış Bilinenleri Gidermek: Halk arasında ve bazı kaynaklarda “bulut oluşumu böyle şu âyetle açıklandı” gibi eksik veya hatalı anlatımlar yaygın. Kitabım, bu tür yanlış bilgileri kökten sorgulayıp düzelterek, doğruları net bir şekilde ortaya koyuyor.
- Bilimle İnancın Buluşması: Kur’an’daki meteorolojik yorumları salt bir dinî tefsir malzemesi olarak görmek yerine, bir meteoroloji mühendisi ve iklim bilimci gözüyle ele alıyorum. Bu yaklaşım, ayetlerin hem inanç hem de doğa bilimleri perspektifinden zenginleşmesini sağlıyor.
- Toplumsal ve Kültürel Değer: Meteorolojik olayların Kur’an’daki tasvirleri, sadece akademik merak konusu değil; aynı zamanda milletimizin kültürel kodlarında da derin izler taşımaktadır. Kitabımda bu izleri sürerken, okurların Kur’an’ı hem manevî hem de bilimsel bir pencere aracılığıyla keşfetmelerini hedefledim.
- Bu sayede okuyucular, Kur’an’ın farklı boyutlarını hem asırlık geleneğin hem de modern bilimin ışığında bir arada görme fırsatı bulacaklar.
ŞAKİR KOCABAŞ, BANA “BİLİM SADECE LABORATUVARDA ÖLÇÜM YAPMAK DEĞİLDİR; AYNI ZAMANDA KUTSAL METİNLERDEKİ TASVİRLERİ ANLAMLANDIRACAK BİR ÇERÇEVE SUNMAKTIR” GERÇEĞİNİ HATIRLATTI
Kitabın yazım sürecinde bana en büyük ilham kaynağı olan isimlerden biri, merhum Fizikçi Doç. Dr. Şakir Kocabaş Hoca oldu. O, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Yapay Zekâ Grup Başkanlığı görevindeyken, bana sadece akademik değil, felsefi derinliğe sahip bir fizik kitabı hediye etmişti. Bu kitap, Kur’an’daki bazı ayetlere atıf yapıyordu.
- Bilimin Felsefi Yönü: Kocabaş Hoca’nın kitabı, formüllerin arkasındaki anlamı kavramayı teşvik ediyordu. “Rüzgâr bulutları nasıl tohumlar?”, “Yağmur damlaları niçin parmak gibi yayılır?” sorularını sormaya beni sevk etti. Bu sayede, meteorolojik olaylara hem teknik hem de derin anlam arayışıyla yaklaşma fikri doğdu.
- Sınırları Aşmak: Hoca’nın kitap hediyesi, bana “bilim sadece laboratuvarda ölçüm yapmak değildir; aynı zamanda kutsal metinlerdeki tasvirleri de anlamlandıracak bir çerçeve sunmaktır” gerçeğini hatırlattı. Böylece Kur’an’daki ayetleri salt dilsel veya tarihsel bağlamda okumaktan öteye geçerek, gerçek doğa olaylarıyla ilişkilendirmek için cesaret buldum.
- Disiplinlerarası Bakış: Şakir Hoca’nın etkisi, benim de mühendislikle teoloji arasında bir köprü kurmama imkân tanıdı. Bu disiplinlerarası tutku, kitabın ruhunu besleyen en önemli dinamiklerden biri oldu.
Bu iki temel unsur—toplumsal okuryazarlığı artırma arzusu ve Şakir Kocabaş Hoca’nın ilham verici rehberliği—“Modern Meteoroloji Perspektifinden Kur’an Ayetlerine Bakış” kitabının hem içeriğini hem de üslubunu şekillendirdi. Kitabın amacı, hem kalbe hem akla hitap ederek, okuyucuların inanç ve bilimi bir arada deneyimlemesini sağlamaktır.
BAZI BİLİMSEL GERÇEKLERİN, MODERN BİLİM TARAFINDAN KEŞFEDİLMEDEN YÜZYILLAR ÖNCE KUR’AN’DA İFADE EDİLDİĞİNE GÖRE, EVRENİN DÜZENİNİ ANLAMADA KUR’AN’IN ÖNEMLİ BİR REHBER OLDUĞUNU GÖRMELİYİZ
Meteorolojik terim ve kavramlar olan; sel, bulut, yağmur, rüzgâr, tayfun, şimşek, yıldırım, dolu, kar, gökkuşağı, heyelan, kum fırtınası gibi hava olaylarını son çıkardığınız kitapta ela almışsınız. Yağmur-rüzgâr-yağış ilişkisini 1400 yıl önce Kur’an’ın anlattığını, bilimin ise yüzyıllar sonra bunu keşfettiğini belirtiyorsunuz. Yağmur-rüzgâr-yağış ilişkisi Kur’an’da nasıl geçiyor, bilim bu hususta ne diyor?
Kitabımda; sel, bulut, yağmur, rüzgâr, tayfun, şimşek, yıldırım, dolu, kar, gökkuşağı, heyelan ve kum fırtınası gibi çeşitli meteorolojik olayları ele alıyorum.
Peki, yağmur-rüzgâr-yağış ilişkisi Kur’an’da nasıl geçiyor? sorusunu 10 madde halinde şöyle açıklamaya çalışayım:
- Rüzgârın Müjdeci Rolü:Kur’an, rüzgârların yağmurdan önce “müjdeci” olarak gönderildiğini belirtir.
- Rüzgârın Bulut Oluşumundaki Rolü:Kur’an, rüzgârın bulutları kaldırma ve oluşturma rolünü vurgular.
- Rüzgârın Aşılayıcı Rolü:Kur’an, rüzgârları “aşılayıcı” veya “dölleyici” olarak tanımlar.
- Ölçülü Yağmur Damlaları:Kur’an, yağmurun “ölçülü” olarak indirildiğini vurgular.
- Çisenti ve Sağanak Yağmur:Kur’an hem çisentiden hem de sağanak yağmurdan bahseder.
- Gökyüzünden Gelen Temiz Su:Kur’an, gökyüzünden indirilen suyun “saf” veya “temiz” olduğunu vurgular.
- Karın Bir Yağış Türü Olması:Kitabımda, karın neden Kur’an’da açıkça bahsedilmediğini, Kur’an’ın yağış için daha geniş terimler kullandığını açıklıyorum.
- Jet Akımları ve Uzak Mesafeli Yağış:Kur’an, rüzgârların bulutları uzak, “ölü topraklara” taşıdığından bahseder.
- Ticaret Rüzgârları ve Yelkenli Gemiler:Yelkenli gemiler ve rüzgârlarla ilgili ayetleri, tarihî ticaret rüzgârları kavramıyla ilişkilendiriyorum.
- Dondurucu ve Kavurucu Rüzgârlar:Kur’an, “kavurucu” veya “dondurucu” rüzgârlardan söz eder.
Kur’an perspektifi böyle iken peki, bilim bu hususta ne diyor? Bunu da 10 madde halinde izah etmeye çalışayım:
- Rüzgârın Müjdeci Rolü:Bilim, rüzgârların bulutları kaldırma ve yayma konusundaki kritik rolünü atmosferik cepheler (soğuk, sıcak ve oklüzyon cepheleri) aracılığıyla açıklar; bu cepheler çarpıştığında yağış oluşur.
- Rüzgârın Bulut Oluşumundaki Rolü:Havanın yükselmesiyle bulutların oluştuğu dört ana yol vardır: konveksiyon, orografik yükselme (dağlar nedeniyle), siklonik yükselme ve cephesel yükselme.
- Rüzgârın Aşılayıcı Rolü:Rüzgâr, yağmur damlalarının başlangıcı için gerekli yoğunlaşma çekirdeklerini (toz, tuz parçacıkları) taşır; bu çekirdekler olmadan damlacık oluşumu çok uzun sürer.
- Ölçülü Yağmur Damlaları:Yağmur damlaları gözyaşı şeklinde değil, daha çok hamburger ekmeği gibi bir yapıya sahiptir ve “limit düşme hızı”na ulaşırlar; bu sayede yere yıkıcı bir kuvvetle çarpmazlar.
- Çisenti ve Sağanak Yağmur:Çisenti, kuru bölgelerde ekosistemleri besleyen küçük damlacıklardan; sağanak yağmur ise kısa süreli ve yüksek yoğunluklu damlalardan oluşur.
- Gökyüzünden Gelen Temiz Su:Bulutlardaki su buharından ilk oluşan damlalar nispeten temizdir; yere düşerken bazı kirleticiler alsalar da başlangıçta temiz su niteliğindedir.
- Karın Bir Yağış Türü Olması:Kar, bulutlarda buz kristalleri olarak başlayan bir yağış türüdür; atmosferik sıcaklıklara bağlı olarak yağmura dönüşebilir veya kar olarak kalır.
- Jet Akımları ve Uzak Mesafeli Yağış:Jet akımları, okyanuslardan binlerce kilometre uzaklıktaki iç bölgelere nem ve bulutları taşıyan yüksek irtifa rüzgârlarıdır; bu sayede iç kesimlerde de yağış sağlanır.
- Ticaret Rüzgârları ve Yelkenli Gemiler:Tarihi deniz ticaretini kolaylaştıran küresel rüzgâr modelleridir; yelkenli gemiler bu rüzgârlardan faydalanmıştır.
- Dondurucu ve Kavurucu Rüzgârlar:Rüzgâr soğuğu faktörü ve sıcak veya soğuk karakterde yerel rüzgârlar, hissedilen sıcaklığı gerçek hava sıcaklığından farklı göstermesine neden olur.
Bu ve benzeri bilgiler, bazı bilimsel gerçeklerin modern bilim tarafından keşfedilmeden yüzyıllar önce Kur’an’da ifade edildiğine göre, Kur’an’ın evrenin düzenini anlamada önemli bir rehber olduğunu görmeliyiz.
KUR’AN’DA İFADE EDİLEN GÖKYÜZÜNDEKİ UYUM, ATMOSFERİMİZİN TABAKALARINDAKİ HASSAS DENGEYİ ÇOK İYİ TARİF EDER ANCAK İNSAN ÜRETİMİ GAZLAR YÜZÜNDEN TABAKALARDAN BİRİ OLAN OZONDA İNCELMELER YAŞANMAKTA
Son çıkan kitabınızda yer verdiğiniz Ozon Deliği ve Kâbe’de Tavafın Sırları bölümleri oldukça dikkat çekici. Ozon Deliğini, Kâf Süresi: 50/6 ve Mülk Süresi: 67/3 ayetleri üzerinden işlemişsiniz. Bunu açmanızı isteyeceğim. Bir de Kâbe’nin tavaf yönünde dahi meteorolojik bir anlam yüklü olduğunu dile getiriyorsunuz. Nedir bu tavaf-meteoroloji ilişkisi?
Son çıkan kitabımda, "Ozon Deliği" ve "Kâbe'de Tavafın Sırları" konularını detaylı bir şekilde ele alıyorum.
“Ozon Deliği”nin Kur’an’daki Ayetlerle Bağlantısını şu şekilde izah ediyorum:
Kitabımda yer verdiğim ozon deliği konusunda özellikle Kur’an-ı Kerim’den Mülk ve Kâf surelerinden iki ayeti detaylı olarak ele aldım. Bu iki ayet, gökyüzünün yaratılışındaki kusursuzluğu ve mükemmel düzeni vurgulayan önemli mesajlar içermektedir. Mülk Suresi’nin üçüncü ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
O, yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
Benzer bir vurgu da Kâf Suresi’nin altıncı ayetinde yapılmaktadır:
Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Hiçbir kusuru olmaksızın onu nasıl kurduk, nasıl süsledik.
Bu ayetlerde ifade edilen gökyüzündeki kusursuzluk ve uyum, aslında atmosferimizin tabakalarındaki hassas dengeyi çok iyi tarif ediyor. Günümüzde sıkça kullanılan “ozon deliği” terimi aslında mecazi bir ifadedir. Çünkü gökyüzünde gerçek anlamda bir "delik" bulunması mümkün değildir. Atmosferimiz, akışkan ve gaz yapıda olduğundan, fiziksel olarak delik oluşumu söz konusu değildir. Bunun yerine atmosferin üst tabakasında bulunan ozon gazının seyrelmesi veya azalması söz konusudur.
Atmosferimizin üst kısmındaki ozon tabakası, yeryüzündeki canlı yaşamı koruyan hayati bir kalkan görevi görmektedir. Fakat geçtiğimiz yüzyılda kloroflorokarbon gibi insan üretimi zararlı gazların atmosfere salınması sonucu bu koruyucu tabakada ciddi incelmeler yaşandı. İlk defa 1970'lerde Antarktika bölgesi üzerinde keşfedilen ozon seyrelmesi, daha sonraki yıllarda Kuzey Kutbu’nda ve orta enlemlerde de gözlemlendi.
Bu büyük çevresel tehdide karşı, dünya çapında bir uzlaşı ile 1987 yılında Montreal Protokolü imzalandı. Protokol sayesinde zararlı gazların üretimi ve kullanımı ciddi oranda azaltıldı. Ozon tabakasındaki incelme, özellikle Güney Kutbu üzerinde Ağustos ile Ekim ayları arasında belirgin hale gelir ve en büyük azalmasını Eylül ortasından Ekim ortasına kadar yaşar.
Kur’an ayetlerindeki gökyüzünün kusursuzluğuna yönelik vurgu, bizlere atmosferdeki bu hassas dengenin korunması gerektiğine dair önemli bir mesaj verir. Ozon tabakasındaki bu sorunu vurgularken aslında doğadaki hassas dengeyi bozmamanın önemine de dikkat çekmiş oluyorum.
TAVAF HAREKETİNİN, ATMOSFERDE RAHMETİ (YAĞMURU) GETİREN HAVA SİSTEMİ OLAN SAAT YÖNÜNÜN TERS YÖNÜYLE AYNI OLMASI, BİZE DERİN BİR MESAJ VERMEKTEDİR
Kâbe etrafındaki tavafın neden saat yönünün tersine doğru yapıldığını birçok kişi merak eder. Kitabımda bu konuya meteorolojik açıdan da yaklaştım ve ilginç bir bağlantı kurdum.
Atmosfer bilimlerinde, siklon ve antisiklon adı verilen hava sistemleri vardır. Bu hava sistemleri büyük ölçekli atmosferik dönüşleri ifade eder. Kuzey Yarımküre’de alçak basınç merkezleri, yani siklonlar, saat yönünün tersine (sola doğru) döner. Bu sistemler genellikle yağmur, kar gibi bereketli yağışları ve rüzgârları beraberinde getirir. Bu nedenle siklonların atmosferdeki hareketini "rahmetin hareketi" olarak tanımlamak mümkündür.
Buna karşılık, antisiklonlar yüksek basınç merkezleri olup Kuzey Yarımküre’de saat yönünde dönerler. Bu tür hava sistemleri genellikle açık, sıcak, kuru hava koşulları yaratır. Antisiklonların olduğu dönemlerde hava genelde kurudur ve yağış görülmez.
İşte burada çok ilginç bir bağlantı var: Kâbe’nin etrafındaki tavaf hareketi, Kuzey Yarımküre’de bulunan Mekke’nin coğrafi konumu itibarıyla siklonların hareket yönüyle tam olarak aynıdır, yani saat yönünün tersinedir. Bu durumun çok anlamlı olduğunu düşünüyorum çünkü tavaf hareketinin, kâinatta var olan doğal hareketlerle ve atmosferde rahmeti (yağmuru) getiren hava sistemlerinin yönüyle aynı olması, bize derin bir mesaj vermektedir.
Tavafın yönüyle ilgili yapılan açıklamalarda; kalbin Kâbe’ye daha yakın tutulması, insan vücudundaki kan dolaşımının yönü, atomlarda elektronların dönüş yönü, gezegenlerin güneş etrafında dönüş yönü ve galaksilerin evrendeki genel dönüş yönü gibi çeşitli bilimsel ve kozmolojik bağlantılar da yapılmaktadır. Tüm bu evrensel hareketlerin, tavaf yönüyle paralel olması aslında bize evrende hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını, yaratılışta çok ince ve anlamlı bir düzenin var olduğunu hatırlatıyor.
RÛM SÜRESİ 30/41'DE; KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ NEDENİYLE ŞİDDETLİ HAVA OLAYLARININ ARTMASI, SU VE TOPRAK EROZYONU, DENİZ SEVİYESİNİN YÜKSELMESİ VE EKOSİSTEMİN BOZULMASI, GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE İFADE EDİLMEKTEDİR
Küresel iklim değişikliğini, Ra’d Süresi: 13/41, Enbiyâ Süresi: 21/44, Mülk Süresi: 67/15 ve Bakara Süresi: 2/264 ayetleri üzerinden işleyen bölümü ilginç geldi bana. Madem Kur’an perspektifi ile meteoroloji bilimini karşılaştırıyorsunuz, bize Kur’an perspektifinden iklim değişikliğine dair nasıl bir perspektif sunacağınızı doğrusu merak ediyorum.
Kitapta, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik, Kur'an perspektifinden Ra’d 13/41, Enbiyâ 21/44, Mülk 67/15 ve Bakara 2/264 ayetleri referans alınarak beş bölüm altında işlemekteyim.
Arzın Eksiltilmesi ve Çevresel Sorumluluk: Ra’d 13/41 ve Enbiyâ 21/44'te geçen "arzın eksiltilmesi" teması, erozyon, iklim değişikliği, orman yangınları, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi ve sürdürülebilirlik gibi çağdaş çevresel sorunlarla ilişkilendirilmektedir. Bu ayetler, insanlığa çevresel sorumluluklarını ve ekolojik dengeyi koruma gerekliliğini hatırlatan önemli mesajlar içermektedir. "Dış kısımlarından eksiltmek" ifadesi, toprak, su, rüzgar ve yağmur gibi doğal süreçlerle bağlantılı olabilir. Toprak erozyonu, insan faaliyeti veya doğal süreçler nedeniyle olsun, toprak verimliliğinde azalmaya, bitki örtüsünün yok olmasına ve ekosistemlerin bozulmasına yol açar. Bu dengesizlik, yaratılan dengeyi bozar ve çevresel zararın sonuçlarını gösterir.
Küresel İklim Değişikliği ve Dengeye Tehdit: Enbiyâ 21/44, yedi göğün ve içindekilerin dengeli yaratılışını ve mutlak egemenliği vurgular. Ancak küresel iklim değişikliği, bu dengeyi tehdit etmektedir. İklim değişikliği nedeniyle şiddetli hava olaylarının sıklığının artması, su ve toprak erozyonu, deniz seviyesinin yükselmesi ve ekosistem bozulması, dünyayı daha az yaşanabilir hale getirmektedir. Bu durum, Rûm 30/41'de güçlü bir şekilde ifade edilmektedir: "İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde fesat (bozulma) ortaya çıktı; böylece Allah, dönmeleri için yaptıklarının bir kısmını onlara tattırır." Bu ayet, insan kaynaklı kara ve deniz bozulmalarının insanlık üzerinde doğrudan ve olumsuz etkileri olacağını açıkça belirtmektedir.
KUR’AN’DA GEÇEN "ARZIN EKSİLTİLMESİ" KAVRAMI, ÇEVRESEL KORUMA, TOPRAK EROZYONU, TOPRAKLARIN SU ALTINDA KALMASI VE YAŞAM ALANLARININ KORUNAMAMASI BAĞLAMINDA YORUMLANABİLİR
Doğal Kaynakların Kullanımı ve Hesap Verebilirlik: Mülk 67/15, Allah'ın Dünya'yı insanlar için uygun ve kullanılabilir kıldığını vurgular. İnsanlar, Dünya'yı gezmeye, kaynaklarından faydalanmaya ve Allah tarafından sağlanan rızıktan yararlanmaya teşvik edilir. Ancak ayet, insanlığa nihai dirilişin ve hesap verebilirliğin Allah'a ait olduğunu hatırlatarak, ekolojik eylemlerinde dikkatli olmalarını ve dünyada yaşarken doğal dengeyi korumalarını öğütler.
Erozyon Yani Toprağın Azalması: Toprak erozyonu, dünya yüzeyinde önemli değişikliklere neden olarak tarım alanlarında önemli kayıplara ve verimlilikte azalmaya yol açar. Sediment ve askıda katı maddelerin su yollarına taşınması, su kirliliğine, hidrolik yapıların işleyişinin bozulmasına ve göletlerde ve okyanuslarda sediment birikimine neden olabilir. Bakara 2/264'te Kur'an, yağmur damlası erozyonunu en açık şekilde tanımlayarak, "üzerine bol yağmur düşer de onu (çıplak) bir taş olarak bırakır" demektedir. Bu, yıllar içinde yağmur damlalarının kayalar üzerindeki toprağı aşındırarak çıplak kayayı ortaya çıkardığını ima eder.
Çevresel ve Etik Mesajlar: Bu bağlamda tartışılan ayetler, insanlara çevresel sorumluluklarını hatırlatır ve doğayı koruma gerekliliğini vurgular. Allah tarafından yaratılan dengeyi bozmamak hem dini hem de çevresel bir görevdir. İnsanlar, doğal kaynakları sürdürülebilir bir şekilde kullanmalı ve çevreyi korumaya çalışmalıdır. Ayetler, dünyanın insan yaşamı için uygun kılındığını ve rızık sağladığını vurgular. İnsanlar, dünyayı gezmeye ve kaynaklarından faydalanmaya teşvik edilirken, ahirette hesap verecekleri de hatırlatılır. "Arzın eksiltilmesi" (naksu’l-etrâf) kavramı, çevresel koruma, toprak erozyonu, toprakların su altında kalması ve yaşam alanlarının korunamaması bağlamında yorumlanabilir.
TRUMP, PARİS İKLİM ANLANLAŞMASININ “BAĞLAYICI OLMAMASI” VE AMERİKAN ENDÜSTRİSİNİ HAKSIZ YERE KISITLAYACAĞI GEREKÇESİYLE ANLAŞMADAN GERİ ÇEKİLDİ
Bildiğiniz Havaların Sonu: Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye isimli bir kitabınız var. Türkiye, Küresel iklim değişikliği ile mücadele kapsamında Paris İklim Anlaşması’nı 2021’de imzaladı. Bu imzanın gereği olarak; 3 Temmuz 2025’te İklim Kanunu TBMM’den geçti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından imzalandı. Oysa ABD bu anlaşmadan çekildi. Neden? Rusya ve Çin’in bu anlaşmaya taraf olmadığı iddiaları sözkonusu. Kimi AB ülkeleri ise bu anlaşmanın yükümlülüklerinden kaçınıyor. Öyleyse, Türkiye bu anlaşmayı neden imzaladı?
ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesinin arkasındaki gerekçe şuydu: 2017’de dönemin ABD Başkanı Trump, anlaşmanın “bağlayıcı olmaması” ve Amerikan endüstrisini haksız yere kısıtlayacağı gerekçesiyle çekilme kararı aldı. ABD, bu kararla o dönem anlaşmayı destekleyen ülkelerin çoğunluğundan ayrıldı. Sadece Nikaragua ve Suriye ile aynı grupta kaldı.
Rusya ve Çin, ABD çekilse bile Paris Anlaşması’nda kalmaya ve taahhütlerini sürdürmeye kamuoyu önünde net bir şekilde niyet beyan ettiler. Yani “Rusya ve Çin bu anlaşmaya neden taraf değiller?” sorusunun cevabı şu: Onlar da imzacılar arasında yer alıyor; çekilmediler ve anlaşmanın bir parçası olarak kalmayı taahhüt ettiler.
AB içindeki bazı ülkeler uyum sürecinde zorluklar yaşadıysa da, genel olarak Avrupa Birliği üyesi ülkelerin tamamı Paris Anlaşması’nın tarafı ve yükümlülüklerini yerine getirme taahhüdünde duruyor. “Yükümlülüklerden kaçınıyorlar” söylemi, resmi metin ve uygulama süreçlerine bakıldığında doğru bir genelleme değildir.
Türkiye’nin 2021’de Paris Anlaşması’nı imzalama kararının arka planında üç temel motivasyon vardı:
- Uluslararası İklim Diplomasisi: Dünyanın en büyük ekonomik bloklarıyla eş zamanlı hareket ederek küresel iklim eylemine katkıda bulunmak ve Türkiye’nin bu sürecin parçası olduğunu göstermek.
- Yeşil Dönüşüm ve Rekabet Gücü: Yeni İklim Kanunu ile paralel yürütülen reformlarla, temiz enerji ve verimli üretim teknolojilerinin teşvik edilmesi; bu sayede Türk sanayisinin uluslararası pazarlarda rekabet avantajı elde etmesi.
- Sürdürülebilir Kalkınma ve Güvenlik: Artan afet ve kuraklık risklerine karşı tarım, su ve gıda güvenliğini korumak; ekosistemleri muhafaza ederek toplumsal refahı ve kırsal kalkınmayı desteklemek
Bu üç gerekçe, Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı salt bir idealler bildirgesi olarak değil; somut ekonomik, çevresel ve diplomatik faydalar sağlayacak stratejik bir araç olarak görmesini sağladı.