Seçimler Mahalli, sonuçları genel

Seçimler Mahalli, sonuçları genel

Seçimler Mahalli, sonuçları genel

 

31 Mart 2024 mahalli seçimleri Türkiye’nin demokrasi tarihinde kesinlikle birçok açıdan önemle kaydedilip değerlendirmelere konu olacak katkıları olmuştur. En önemli boyutlarından birisi sonuçlarının herkes için taşıdığı sürpriz potansiyeli. Bunda ne var diyebilirsiniz, zaten bütün seçimler kendi içinde böyle bir sürpriz boyutu barındırmaz mı? Bütün seçimlerde herkes zafer şeyler bekler ve sadece belli bir kesim kazanır ve sonuçlar diğeri için sürpriz olur. Kuşkusuz bu seçimde sürpriz boyutu başka seçimlerden ciddi bir fark ortaya koyabilecek kadar fazlaydı. BU seçimin sonunda çok az kişi “ben önceden söyledim, bilmiştim, tahmin etmiştim” diyebildi ki, sonuca yakın bir tahminde birkaç gün önce bulunanlar bile bu kadarını beklemedi. İstanbul seçimleriyle ilgili en yakın tahmin çekişmenin başabaş yürüyor olması veya en iyi ihtimalle İmamoğlu’nun anketlerde birkaç puan önde görünüyor olması şeklinde ifade ediliyordu.

Bu tahminler veya tespitler de çok çekingen bir dille ifade ediliyordu ki seçimlerin arifesinde “şimdiye kadarki seçimleri dakik bilmiş” olan kamuoyu araştırmacısı Hakan Bayrakçı’nın ilan ettiği 8 puanlık fark beklentisi öyle zannediyorum ki İmamoğlu cenahında bile bir şaşkınlık yaratmıştır. Bu seçim sonuçlarını ciddi bir kayıp yaşayan AK Parti cenahı beklemediği gibi CHP de beklemiyor, öngörmüyordu. Buna dair bir hazırlıkları da yoktu zaten.

Tahminler veya beklentilerle sonuçlar arasındaki bu kadar büyük açık muhtemelen sadece anketlerin tespitteki kusurlarından değil büyük ölçüde seçime doğru gittiğimiz süreçte seçmen tutumların çok hızlı değişebiliyor olmasından ileri geliyor. Seçmenin tutumunu bu kadar hızlı değiştiren olaylar arasında herkesin ilk aklına gelen faktör emeklilerin beklentisinin karşılanmamasına karşı emeklilerin verdikleri sert tepki. Gerçekten son ana kadar Erdoğan’ın aklından çıkacak bir sözün bekleniyor olması, çok geniş bir kesimin tutumunu kararsız hale getirebiliyordu.

Emekli kesiminin nüfus içindeki oranına baktığımızda, hepsi de seçmen olan 16 milyona yakın insandan bahsetmiş oluyoruz. Bu vesileyle şu anda çalışma ve emeklilik sistemimizdeki çarpıcı durum ilk defa bu kadar açık bir biçimde herkese ayan olmuş oldu. Türkiye’de 16 milyona yakın emekliye karşı 32 milyon çalışan var. Yani bu, her iki çalışanın bir emekliye bakmak durumunda olduğu bir dağılımı ifade ediyor. Dünyanın başka bir yerinde böyle bir dağılım var mıdır acaba? Avrupa ülkelerinin birçoğunda bu oran 1’e 5 seviyelerindedir. Türkiye’de erken emeklilik taleplerine yine bu şekilde popülist politikalarla verilen olumlu yanıtın yıllara sirayet eden birikimi böyle bir dağılım çıkarmış oluyor. Yetmiyormuş gibi bir sene önce çıkan EYT düzenlemesiyle bu 14 milyon olan bu sayı 16 milyona çıkarılmıştı. Erken yaşta emeklilik belki Türkiye’ye özgü bir çarpıklık ama neticede bu kadar geniş bir kesim için bir müktesep hak ve mevcut durumda artan enflasyon karşısında ciddi bir refah kaybına uğramış durumdalar. Mevcut ücretlerle geçinmeleri mümkün değil ve beklentileri olabildiğince haklıyken bu beklentiye karşı bu kadar lakayt kalmış olmanın bir öfke patlamasına yol açmaması mümkün değildi.

Bir bakıma bu seçimleri bir “emekliler ihtilali” olarak görmek mümkün. Biraz sahada gezen herkesin hemen görebileceği bir öfke vardı aslında ve bu öfke son güne kadar her an yatışabilecek veya yönünü değiştirebilecek bir kararsız tutumu ifade ediyordu. Bir toplum kesiminin bir hoşnutsuzluğunun bir seçimin sonuçlarını bu kadar radikal bir biçimde değiştirmekte etken olması üzerinde ayrıca durulması gerekiyor.

İşin ironik boyutunu da gözardı etmeyelim. Yüzyıl boyunca emekçilerden beklenen devrimci güç, gücünü üretimdeki rollerinden, yani emeklerinden alan işçilerden değil, ama oylarından alan ve üretimle ilişkisi zaten kesilmiş olan emeklilerden gelmiş oluyor.

Bir başka açıdan Z kuşağından beklenen dönüştürücü güç yine onlardan ziyade emeklilerden gelmiş oluyor. Esasen Z kuşağı ile ilgili analizler ve bu seçimdeki payları mevcut ekonomik koşullar, Gazze meselesine yaklaşımlar ve emeklilerin patlayan öfkesi karşısında ilk anda tespit edilemeyecek hale gelmiş durumda.

Böyle bir seçim sonucuna elbette bir devrim anlamı yüklemek çok yersiz. İroni diyelim, geçelim. Ama sadece uyguladığı boykotla veya gidip CHP’ye verdiği destekle son yirmi yılın bütün siyasi yelpazesini allak bullak etmiş olduğu çok açık.

Buna ülkenin yaşadığı derin sosyolojik dönüşüm anlamı yüklemek için de acele etmemek lazım. Neticede emeklilerin beklediği seyyanen maaş artışı gelmiş olsa seçime katılım oranı beklendiği gibi gerçekleşir ve muhtemelen çok daha farklı bir sonuçla karşılaşırdık, ama bu farklı sonuç yine de AK Parti’yi sarsmayacak bir sonuç olmazdı.

Dolayısıyla karşımızdaki tabloyu elbetteki sadece emeklilere yüklememek lazım. Aslında sonuçların açıklandığı saatlerden itibaren herkesin de gördüğü gibi AK Parti’nin 2002 ruhundan epeyce uzaklaşmış olmasına karşı en az üç-dört seçimdir halk tarafından bu uyarılar tekrarlanıyordu. Önceki uyarıların hiç dikkate alınmamış olduğunun görülmesine karşı bu sefer çok daha sert bir uyarı gelmiş oldu.

Sanırım herkesin gözünden kaçan basit bir karşılaştırmaya dikkat çekelim isterseniz. On ay önce Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak ancak 2. Turda ve yüzde 52 oy alarak seçildi. Şahsen Erdoğan’ın performansına ve rakipleriyle karşılaştırmalı olarak aldığı oyların beklenenin çok altında olduğunu düşünmüştüm. Bunu geçelim. Erdoğan’ın yüzde 48 oy aldığı 1. Turda AK Parti’nin oyları (yurtdışı oylar hariç tutulduğunda) sadece yüzde 35,60 olarak yansımıştı ki bu seçimde gördüğümüz katılım eksikliği de yoktu. Katılım yüzde 85 olarak gerçekleşmişti ve oylar bu orandaydı. Bu açıdan bakıldığında o günden bugüne AK Parti’nin oy oranında kayda değer bir kaybı da yok denilebilir.

Oy kaybı son yerel seçimlerin gerçekleştiği 2019 yılından itibaren yaşanmaya başlamış. O seçimlerde de seçmen, genel ekonomik durumdan ayrı olarak, parti yönetiminin veya iletişiminin halkla yaşadığı kesintilerden kaynaklı uyarılarını yapmış. Ancak bu uyarılar hiç görülmemiş, hiçbir şey olmamış gibi parti siyasetinde o günden bugüne hiçbir kayda değer değişiklik yaşanmamış, uyarıların dikkate alındığı intibaı verecek hiçbir ayarlama yapılmamış. Ne söylemde ne kadrolarda.

AK Parti’nin eskiden beri en güçlü yanı halkla içiçe olmasıydı. Bunu parti yöneticilerinin zaten halkın içinden gelmiş olmaları ve halktan hiç kopmamalarıyla zaten büyük ölçüde sağlıyorlardı, ama fazladan olmak üzere çok ciddi sosyal bilim verilerine kulak veriliyordu. Sürekli yapılan anketlerde sahadan temenni edilen sonuçlar sipariş edilmiyor, bilakis sahada ne varsa onun sökülüp alınmasına, gerektiğinde birbirini kontrol eden anketlerle önem veriliyordu. Son zamanlarda ise bizzat şahit olduğumuz bazı kamuoyu yoklama süreçlerinde işin tamamen tersine dönmüş olduğunu görebiliyoruz. Genel merkeze sahadaki bilgi değil, duymaktan mutlu olacağı veriler gidiyor. Sahada yoksa nereden temin edilecek bu bilgiler, istek üzere uydurularak tabi. Bilhassa aday belirleme süreçlerinde AK Parti’nin en güçlü olduğu bu melekenin, istenen adayların önü açılmak üzere adım adım köreltildiği artık herkesin malumu haline gelmiş durumda.

Seçim gününden beri sonuçlar üzerine herkes birşeyler söylüyor ama bu arada tam da AK Parti teşkilatlarının halktan koptuklarına dair bizzat AK Partili çevrelerden tonlarca anekdotlar anlatan mesajlar yağıyor. Bu anekdotlarla buraya nasıl gelindiğini herkes kendine göre anlatmaya çalışıyor. Bu mesajları yağdıranların neredeyse tamamı AK Partili ve aralarında oy vermiş olanlar da var olmayanlar da var.

Ama görebildiğim kadarıyla hiçbiri de AK Parti’den yana umutsuz değil. Hepsi de bu seçmen davranışını AK Parti’yi öldürmeyen, bilakis kendine getirecek, ihya edecek bir uyarı olarak hayırlı bile görüyorlar.

Bu da işin gerçekten başka yerde görülmemiş belki görülmeyecek bir yanı. Görünürde bir seçim kaybının kitlesini fazla üzmediği, olabildiğine sağduyulu değerlendirmelere yol açabildiği bir durum. 

Nitekim Cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti’ye bugünkü aynı oyu vermiş olan bu halk Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak seçmekten asla geri durmamış.

Mutlaka olanda bir hayır vardır inancı basit bir onarım mekanizması değildir, elhak öyledir.

 

* * *

31 Mart 2024, Türkiye siyaseti için kartların yeniden dağıtıldığı, siyasetin bütün kadastrosunun yeniden şekillenmeye başladığı bir tarih olarak kayda geçebilir. Belki bütün seçimlerin ardından böyle bir fırsat oluşuyordur siyaset için. Ancak en az 22 yıldır Türkiye’de siyasal yelpaze bu ölçüde farklılıklar gösterecek şekilde açılıp dağılmıyor, siyasal dağılım belli bir rutin içinde cereyan ediyordu.

Seçimler şimdiye kadar seçmenlerin hiçbir siyasi partinin veya eğilimin tapusuna kayıtlı olmadığını, hiçbir seçmenin de kimsenin çantasında keklik olmadığını bir kez daha gösterdi. “Bir kez daha gösterdi” diyoruz çünkü herşeye rağmen önceki bütün seçimlerde yaşanan oy kaymaları da bunu gösteriyordu ama tabii ki bu kadar çarpıcı bir biçimde değil. Ayrıca seçmen tercihlerinin bu kadar uzun zamandır belli bir rutinde kalmış olmasının da tesadüf olmadığı, rutinin bir mecburiyet oluşturmamış olduğu görüldü. Bu, şimdiye kadar gerçekten temsil ile tercih arasındaki buluşmanın uzun yıllar bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Bu karşılık ortadan kalkmaya yüz tuttuğu anda, yani seçmen kendini temsilde bir sıkıntı gördüğünde rahatlıkla başka adreslere yönelebiliyor.

İyi tarafı, Türkiye’de siyasetçiler hazır ezberlerle ve belli bir seçmen kitlesini temlik rahatlığı içinde hareket etme alışkanlığının günün sonunda neye mal olabileceğini göreceklerdir.

Seçim sonuçlarının şimdiye kadarki olağan galibi haline gelmiş olan AK Parti’de çok güçlü bir özeleştiri ve kendine çeki düzen verme uyarısı yapmış olduğu açıkça görülüyor. Arka arkaya 17 seçimin galibi olmuş bir parti olarak yaşadığı ilk açık mağlubiyetin ardından böyle bir muhasebeye girmesini kimse beklemeden herkes kusurunu, ayıbını şimdiye dek olmadığı kadar yüzüne okuyor zaten.

AK Parti MYK’sının seçimlerden sonraki ilk toplantısında bu değerlendirmeler yapıldı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplantı sonucunda ortaya koyduğu manzara herşeyin farkında olunduğunu gösterdi: Seçmen boykotu, emeklilerin ve genel kitlelerin ekonomik refah kayıpları, Gazze vs konjonktürel mevzuların dışında Erdoğan’ın şu ifadeleri:

“Kibir hastalığıyla; il, ilçe, belde teşkilatlarına, belediye başkanlarımıza, milletvekillerimize, hatta bürokrasiye uzanan bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Milletin sinesinden doğmuş bir siyasi partinin en büyük düşmanı vatandaşla arasına duvarlar örmesidir. Hangi konumda olursa olsun bu partide kimsenin ‘lâyüs’el’ [Kendisine soru ve hesap sorulmaz, sorumlu tutulmaz, sorudan muaf] olmadığını milletimize göstereceğiz.  Ortada sadece bir oy kaybı değil, kan ve ruh kaybı vardır. Hatayı, kusuru, yanlışı millette aramak, bizim geleneğimizde asla yoktur. Şahsım dâhil bu masanın etrafında oturan hiçbir arkadaşım, 31 Mart seçim sonuçlarının sorumluluğundan kaçamaz. Nerede bir eksik, hata, kasıt veya ihanet varsa, üzerine gitmek boynumuzun borcudur. Ya hatalarımızı görerek kendimizi toparlarız ya da güneşi gören buz misali erimeye devam ederiz. Ya milletimizle olan gönül köprülerimizi yeniden güçlendiririz ya da eleştirdiğimiz partilere benzemekten kendimizi alıkoyamayız.”

Bu özeleştiri cesareti AK Parti adına umutları canlı tutuyor. Esasen geçmişte kazanılmış 17 seçimin ardından da Erdoğan’ın ayırtedici özelliklerinden biri kazandıklarına değil, yine kazanamadıklarına odaklanmış olmasıydı.

Her seçimin ardından aldığı oylardan ziyade alamadığı oyların hesabını sorarak, başarıya rağmen, bir özeleştiriyi adeta kurumsallaştırmıştı. Kalkıp hiçbir mazerete sığınmadan, milleti suçlamadan, çuvaldızı kendine batırmaya ahdederek dersini çalışacağını söylemek müthiş bir siyasal olgunluk. Ancak kuşkusuz, bu siyasal olgunluğun gösterilmiş olması işin ilk adımıdır. Sonrasında bunun gereğinin AK Parti seçmeninde tatmin edici ve partide yeni bir heyecan uyandırıcı, kucaklayıcı ve motive edici bir icraata dönüşmesi de beklenecektir. Bu beklentiler karşılanmadığında bizzat Erdoğan’ın dediği gibi güneş görmüş buz gibi erimenin hızlanarak devam etmesi mukadder olur.

Peki bu siyasal olgunluğu bugün seçimlerde ipi göğüslemiş muhalefette geçmişte kaybettikleri seçimlerde veya kazandıkları bu seçimde görebiliyor muyuz? Aslında asıl muhasebe tam da böyle bir zafer beklemediği halde bu sonuca ulaşan muhalefetten beklenir. Bu sonuçların ortaya çıkardığı sorumluluğu taşıyacak bir niyet ve vizyon oluşacak mıdır? İzleyeceğiz.

 

 

Diğer Yazıları

Vehbi Başer’in ardından

Vehbi Başer’in ardından

  • 22.04.2024 / 22:26

Yorum Yaz