Ümit İle Yeis Arasında Hakikat "Asi" Değil, Asildir!

Hayatı nasıl yaşadığımız kadar önemlidir hayata bakış tarzlarımız. Nasıl yaşadığımızı değerlendirmeye dönük bakış açılarının bizim hakikat anlayışımızla uyumlu olduğu besbellidir. Buna rağmen bazen hakikat olarak düşündüğümüz şeye uygun olmayan hayat süreçleri de geçirebiliriz. Bu durumda hayatımızla düşünmemiz arasındaki aralığı kapatamadığımız, bu yüzden de birçok sert esintiye, hataya, günaha, hastalığa, kişilik bölünmesine maruz kaldığımız apaçıktır. Bu süreçlerde hakikat ile hayat arasındaki ayrışmayı giderme yollarını aramak sorunlarımızı çözmek konusunda en önemli adım olacaktır.
Sık sık hayatları rağmına birçok kişinin hakikati temsil ettiklerini iddia ettiklerine şahit oluruz. Bu kişilerin hayatlarında temsil ettiğini iddia ettikleri hakikatin esamesi bile okunmaz ama o iddia sürdürülür. Bunları narsist kişilikler olarak değerlendirmek güç değildir. Lakin hayatları ile düşünceleri birbirine uyumlu olmadığı için narsist tutumlarının devam etmesi zordur bu kişilerin. Onları uyumlu hale ancak bir kayıp yaşayarak dönüştürebileceklerdir. Bu kişilerin ifade ettikleri fikirlerin yanlışlığı yaşama şekilleri delil kılınarak gösterilince ya da hayatları ile temsil ettikleri hakikatten birini tercih etmeleri istenince, buna zorlanınca yaşadıkları büyük kaybın neticesinin "melankolik" bir etkisinin olması da kaçınılmazdır. Ya düşüncelerinden ya da hayat üsluplarından feragat etme durumunda kalanların sıkıntısıdır bu melankoli. Melankolikleşen narsist ruh hallerinin saldırgan tabiatlı kişiliklere dönüşmesi kolaydır. Melankoli zaten sürekli "kayıp"ın asli müsebbibini içeride aramaya yöneltir kişiyi. Kişi kaybettiği nesneden dolayı kendi benliğinin bir parçasını suçlar sürekli. Melankolik kişilerin ruh büzülmelerinin, intihara meyilli olmalarının bir sebebi belki de budur.
Diğer taraftan, bunlardan farklı olarak üzerinde durmamız gerekli bir taife daha var ki onlar hakikaten korkulası haldedirler: Başlangıçtan beri narsist olmadığını bildiğimiz bu taifedekiler yine de bütün varlık iddialarını temsil ettiklerini iddia ettikleri birtakım hayatla ilgisiz, hayatla sınanmamış "doğrular" etrafında dile getirirler, bu doğruların yanlış olduğunu görünce ya da bu yanlışlıklar kendilerine gösterilince ruh çöküşü yaşarlar. Böylesi bir durumla karşılaşmamız elbette nadirattan değildir. Hayatları ile düşünceleri uyumludur bu kişilerin gerçi ama yanlıştır. Düşüncesi yanlışsa hayatı, hayatı yanlışsa düşüncesi etkilenir bundan. Ruh çöküşünün müsebbibi de bu büyük yanlışlıklardır. Ya hayatlarını ya da düşüncelerini kaybetmişlerdir. Uyumluluk doğru olsa da uyan taraflardan birinin yanlışlığı diğer tarafı da yanlışlar. Birini kaybedince diğerini kaybetmeleri de kolaydır böyle kişilerin. Bu kişilerin de aynı kolaylıkla bedbinleşmeleri, yeise ve melankoliye kapılmaları mümkündür.
Kişiler gibi kültürlerin ve toplumların da mizacı vardır. Sözgelimi bazı kültür ve toplumların melankolik mizaçlı olduğunu öne sürebiliriz. Bu kültür ve toplumlarda "ihanet" kelimesi sık sık kullanılır. O kültür ve toplumlarda yaşanan kayıpların sorumlusu olarak bu hainler işaret edilir, yani aynı kültür ve topluma ait başka bir parça. Kaybın kabullenilmediğinin göstergesidir yine aynı topluma ait olan bir parçanın suçlanması. Kaybedilmemiştir esasen o kayıp, o toplumdaki bazı “hain”ler eliyle görünmezleştirilmiştir belki de. Böyle kültür ve toplumların söz konusu “ihanet” ve “hain”leri sık sık türetmesi ilgi çekicidir ya da bu kelimeler ihanet olduğu varsayılan eylem ve hain olduğu düşünülen özneleri içerdiği kuşkulara rağmen tarif etmek ve onlara karşı tavır geliştirmek için rahatça kullanılmaktadır. Demem o ki, belki o kültür ve toplumlarda ihanet içeriği sanıldığı kadar yaygın değildir, ama melankolik mizaç kaybı ve başarısızlığı rasyonalize etmek için bu kelimelere kolayca başvurmaktadır. Doğrusunu söylemek gerekirse bu kültürün ve toplumun öz yıkıma eğilimli oluşu korkutucudur. Öz yıkım olmasa bile sırf bu melankolik tabiat, mezkur kültür ve toplumların bütün benlik ideallerinin içini boşaltır, onlarda oluşturduğu "cılk yara" bütün kimlik ve kişilikleri tamtakır hale dönüştürür. Aynı melankolik mizaçlı kültür ve toplumların sık sık hainler tespit ettiği ya da ihanet kelimesine çokça başvurduğu için siyasal hijyene de düşkün olduğu vurgulanmalı. Kültür ve toplum ortada herhangi bir sebep yokken bile sürekli temizlenir, ama bir türlü ihanetin üstesinden gelinemez.
Melankolik kültür ve toplumlara nazaran kayıplarla farklı türden baş etmeyi öğrenmiş kültür ve toplumlardan da bahsetmek mümkün. Bu toplumlara "yas" toplumu deniyor. Kaybının matemini tutabilen kişiyi değerli kılıyoruz. Çünkü o kayba rağmen ümitsizliğin çare olmadığını göstergesidir matem. Ümidin yeşermesi için gerekli olan kaybın kabullenilmesi matemde öne çıkar. Böylelikle matem kişiyi olduğu kadar kültürü ve toplumu da değiştirip dönüştürebilen bir etkiye sahiptir. Bu dönüşüm elbette illaki iyiye doğru olmak zorunda değildir, ancak "yas tutma" tutumunun "melankolikleşmekten", bir yerde ümitsizliğe ve yeise kapılmaktan çok daha sağlıklı bir hali yansıttığına hiç kuşku yoktur.
Hakikat, asi değil, asildir! Hakikat, bu yüzden bağlılarını hep kederli bir asaletin halesinde diri tutar. Ne izin verilenden daha şen ve şakrak olmalarına yol açacak denli gevşek ruhlulardır onlar, ne de yeise yenilecek kadar bedbin, düşkün bir ruha sahiptirler. Hakikat bağlılarına, o yüzden hayat zindan olarak görünmez asla. Son olarak: Biz ancak hakikate intisap ve iltica edebiliriz. Birbirimize ancak Hakk'ı, hakikati ve sabrı tavsiye edicilerdeniz çünkü!