Ontolojik Bir Nefret Bu!

Çözümlenmesi oldukça güç bir nefret bu. Sadece siyasal değil çünkü. Sırf siyasal bir nefret olsaydı siyasal addedilemeyecek yerde karşımıza çıkması mümkün değildi bu nefret ve türevlerinin. Ama her yerde sergileniyor. Aynı zamanda hem takınaklı hem de tıkanık. Nefretolmasıyla takınaklı ve tıkanık. Belki de bir kördüğüm, diğer her türlü duygu ve duygulanımı soğuran, bertaraf eden, ortadan kaldıran türden bir nefret. O nefreti sergilerken diğer her türlü duygu ve duygulanımından uzaklaşıyor nefret sahipleri. Kimileyin kendini sosyalist olarak tanımlıyor mezkûr nefreti sergileyen kişiler kimileyin Tengrici kimileyinse doğrudan Kemalist. Taşıdıkları nefret bakımından aralarında bir fark yok oysa. Farklı olan taşıdıkları nefretin niteliği değil niceliği, yani tonu. Daha az ya da daha çok sergilenebiliyor o nefret.İfade bulduğu ideoloji ve söylemler de nihai kertede birbirinden farklı. Ancak bu ideoloji ve söylemlerin ortak yanları var ve bu ortak yanlar çok. Ortak yanların çok oluşunun bu ideolojiler arasındaki farklılıkları bu bağlamda bastırdığını da yaptığımız tespitlere eklemeli.
Genelde seküler, ideoloji oldukları, ideoloji niteliklerini taşıdıkları için seküler bahsettiğimizsöylemler. Ortak oldukları tek yan değil bu yine de. Başka ortaklıkları da var bu ideolojilerin ve söylemlerin. Ama gerek seküler oluşları gerekse diğer ortaklıkları tartışmayı ya da ele almayı şimdilik bir yana bırakalım, biz “sadece siyasal olmayış”tan yola çıkalım. Bu noktada söylememiz icap eden şey açık aslında: Nefretin sadece siyasal olmayışı onun köklerinin de salt psikolojik olarak algılanmaması gerektiğini gösteriyor. Duygu ve duygulanımların bir çeşidi bu nefret de elbette ama sebebi sırf psikolojik değil. Aynı şekilde sırf siyasal düşmanlık da değil kastettiğimiz nefretin sebebi, her ne kadar modern zamanlarda hemen hemen bütün kıymeti haiz düşmanlıklar sadece siyasal düzeyde anlaşılsa ve bu düzeyde dile getirilse de. Deyim yerindeyse siyasal boyutu içermekle birlikte onu aşan ontolojik bir nefret bu, farklı ideoloji ve söylemlerin ortak yanlarının çok olmasının sebebi bu büyük ihtimalle. Bu ideoloji ve söylemlerin ontolojik nefret yoldaşlığı bir bakıma bu konudaki birçok sorunun temel kaynağı.
O ideoloji ve söylemlerin siyasal boyutlarını aşan, onları ontolojik zeminde bir araya getirip hizalayan bir tür meta-söylem devrededir sürekli. Bu meta-söylemin modernlikle paylaştıkları ve ancak modern-oluşla anlamlı kılınabilecek boyutları da var hiç kuşkusuz; lakin bu boyutlar nefretin tezahüründe doğrudan etkili olmadıkları için ele alınmaları gereksiz. Birilerinin (nefret sahiplerinin deyimiyle “hâlâ”) var olmalarına yönelik ifade buluyor o ideolojik ve söylemsel nefret. Çünkü o “birilerinin hâlâ bulunuyor oluşu” ve bu bulunuşun bizatihi nefret sahiplerince tespiti bir yerde o nefret sahiplerinin kendilerine biçtikleri görevde başarısız olduklarının kanıtı. Özlerinde başarısızlığı hissediyorlar. Bu başarısızlık yüzünden taşıdıkları nefret de kavileşiyor, kemikleşiyor. Böylelikle nefret ifadelerinin bu söylemlerdeki yaygınlığı sadece başarısızlıktan duyulan hoşnutsuzluktan değil aynı zamanda o başarısızlığın ontolojikleşmiş oluşundan da besleniyor. Yürütülen onca din karşıtı, pozitivist, aydınlanmacı-modernleştirmeci kampanya ve tenkil çabasına rağmen yenilgiye uğratılamayan, kökü kazılamayan, direngen bir unsurun temsilcileri olarak beliriyor nefretin yöneltildikleri.Özünde başarısızlığa uğramışların nefreti yıldıramıyor o nefretin yöneltildiklerini.
Dolayısıyla Türk modernleşmesi boyunca -hangi ideolojik kampa dahil olursa olsunlar- kimiaydınların daha az “arı”, daha az “eğitimli”, daha az “aydınlanmış”, daha az “akılcı”, daha az “temiz”, daha az “çalışkan” gördükleri toplumsal kesitlere (böyle görülen çoğu kez o sözümona aydınların desteklediği partileri siyasi yenilgiye uğratan partinin seçmenleridir) bir karşıtlık ilişkisi içinde biçimlendirdikleri özimge tasavvurlarına benzer tasavvurlarınişbaşında olduğunu görüyoruz bu nefret ifadelerinde de. Nihayetinde özimge tasavvurlarını bile karşıt olduklarına göre biçimlendiren bir anlayış addedilebilir bu. Bu tasavvurların büyük ölçüde Cumhuriyetçi-Kemalist fantazmagoryanın etkisi altında şekillendiğini, benimsenen bu fantazmagorya eşliğinde kurgulanan birtakım ilkeler (“çağdaş yaşam ilkeleri”) doğrultusunda ortaya çıktığı açık. Bir bakıma sözünü ettiğimiz nefret, Türk modernleşmesinin duygusal rejiminde son kertede bu modernleşmenin karşılaştığı bazı başarısızlıkların yol açtığı bir duygu. Birilerinin varlığı yüzünden çağdaşlığın başarısızlığa uğradığını düşünenlerin nefreti o başarısızlığın sebebi olarak görülen kişilere yöneliyor. O kişiler başarısızlığa sadece sebep sayılsalar yine de iyi. Bunun üstüne bir de onların ve değerlerinin süregelen varlığı nefret sahiplerinin başarısızlığının birer kanıtına dönüşüyor. Böylelikle sadece nefret değil, aslındaçağdaş sayılmayana yönelik bütün mücadele araçları o birilerine ve onların temsil ettiği düşünülen değerlere yöneliyor. Bu sebebi ve kanıtları ortadan kaldırmak başarısızlığı ortadan kaldırmakla özdeşleşiyor handiyse. Onlar var olmasaydı ya da var oldukları görülmeseydi “çağdaş hayat ülküsü”nün başarıya ulaştığına emin olacaktı nefret sahipleri. “Çağdaş yaşam ülküsü”nün kimi sınıfsal, sosyal, politik ya da kültürel çıkar ve menfaatlerin örtüsü olduğu, zaman zaman kişiselleşen bu çıkar ve menfaatler zedelendiği ya da erişilemez hale dönüştüğü için nefretin tonunun koyulaştığı görülebilir o yüzden.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken şey gündelik hayatın bile bir mücadele sahası olarak tasavvur edilmesidir. Bir mücadele sahası olarak kafelerde, lokantalarda, hatta sokakta bile rastladığı başörtülü kadınlara müdahale eden, yer yer bunun için çirkefleşen “çağdaş yaşam” savunucuları görüldü bu ülkede. Bazen, bazı semtlere, sözgelimi Nişantaşı’na başörtülülerin “parayla” gönderildiğini iddia edenler oldu Gülriz Sururi gibi. “Çağdaş yaşam”ın isterlerine uymadıkları düşünülen kişilere lafla, eylemle ya da bu kadar aleni olmayan başka yollarlasaldırılar bulunabilir. Hatta ortada aşikâr bir saldırı diye nitelenebilecek bir eylem olmadığında bile taşınan nefretin tezahür ettirildiğine şahit oluruz. Kültürel, estetik, ekonomik, siyasal düzeylerde de bu türlü nefret tezahürleri hep görülür. Nefretin bu tezahürleri onun salt psikolojik ya da siyasal değil, aynı zamanda ontolojik zeminde ele alınmasını gerekli kılan hususları açığa çıkarır.