Gazze’den sonra şiir yazmak barbarlık mıdır?
Yazımızın başlığını oluşturan ve soru formuna soktuğumuz ifadenin orijinali T. W. Adorno’ya ait. O ifadeyi yalnızca pastiş ederek Gazze’ye uyarladığımız zannedilmesin. Adorno’nun 1955’te yayınlanan Prizmalar başlıklı derlemesinde yer alan ve ilkin 1949’da yayınlanmış Kültürel Eleştiri ve Toplum adlı makalesinde yer alan ifade şöyle: “Kültür eleştirisi, kültür ve barbarlık diyalektiğinin son aşamasıyla karşı karşıya kalır: Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarcadır ve bu, bugün şiir yazmanın neden imkânsız hale geldiğini açıklayan anlayışı da aşındırır. Eleştirel ruh, ruhun ilerlemesini unsurlarından biri olarak varsayan ve bugün onu tamamen özümsemeye hazırlanan mutlak şeyleştirmeyle boy ölçüşemez, yeter ki kendi içinde tatmin edici tefekkürde kalsın.” Bu ifadeye gösterilen tepkilerin ve ifade etrafında oluşturulan yorum külliyatının gösterdiği gibi aslında Adorno, aydınlanmanın diyalektiğinin, kültür endüstrisinin, kitle kültürünün “eleştirel ruh”u şeyleştirmesi ve “kültür ve barbarlık diyalektiğinin son aşaması”nın doğurduğu tehlikeye işaret etmeye alıştırmaktadır. Amacı ilk elden Auschwitz’den sonra şiir yazmanın barbarca oluşu ya da imkânsız oluşu değildir yani.
Onun Negatif Diyalektik’te kaleme aldığı “Sürekli acı çekmenin ifade hakkı, işkence görenlerin kükremesi kadardır; bu nedenle, Auschwitz'den sonra daha fazla şiir yazılamayacağını söylemek yanlış olabilir. Ancak Auschwitz'den sonra yaşamın hâlâ mümkün olup olmadığı, hatta şans eseri kaçan ve haklı olarak öldürülmesi gereken biri için yaşamın izin verilebilir olup olmadığı gibi daha az kültürel soru yanlış değildir. Onun sürekli varoluşu, burjuva öznelliğinin temel ilkesi olan soğukluğu gerektirir; bu olmadan Auschwitz mümkün olmazdı: kurtulanların sert suçluluğu” ifadelerine atfedilen ve böylelikle Kültürel Eleştiri ve Toplum’daki ifadenin tasrihini (kimileri bu tasrihi Adorno’nun şiir yazımına verdiği fikri taviz olarak görebilir) anlaşılır kılan belki de Adorno’nun Auschwitz'i deyim yerindeyse kültür ve barbarlık diyalektiğinin son aşamasının bir göstergesi ve aydınlanmanın düşüşü olarak görmesi de yatar. Ki hakikaten Adorno, Auschwitz Sonrası Eğitim adlı başka bir konferansında, Auschwitz'in Aydınlanma’da yaşanan bu arıza olduğunu belirledikten sonra, "Bu arızayı destekleyen temel koşullar büyük ölçüde değişmeden kaldığı sürece barbarlık devam eder. İşte bütün dehşet budur" vurgusunu yapar. Burada elbette uzun uzadıya Adorno ve Horkheimer’ın birlikte Aydınlanmanın Diyalektiği’nde geliştirdikleri tezi, ele aldıkları temel konuyu ve bu diyalektiğin Auschwitz koşullarını etkilemesini tartışmayacağız. Bütün bu belirlemelerin gösterdiği bir şey var ki o da şu: Adorno, Auschwitz’e yol açan temel koşulların aynen sürmekte olduğunu tespit etmektedir.
Ama yine de “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarcadır” şeklindeki belirlemenin hedefi o cümlenin bağlamı göz önüne alınıp Aydınlanma’nın arızası olarak tespit edilse de Adorno’nun şiir yazmanın imkansızlığı üzerinden bunu dile getirişi üzerinde durulmalı. Şiir yazımının “barbarca” sayılışının metonimik olarak her türden edebi yazımın “barbarca” bulunuşuna dair kullanıldığını savlayabiliriz. Adorno şiir diyor, pekâlâ öykü, roman ya da başka bir tür edebiyat türü de diyebilirdi.
Elbette 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan sonra yaşanan Gazze Soykırımı ile Auschwitz’i kıyaslayacak, onları eşlenik düşünecek değiliz. Bu kıyaslama mümkün değildir çünkü Auschwitz ile simgelenen holokostun tespiti o holokost ile senkronik değilken Gazze’de uzunca bir süredir aleni olarak bütün insanların gözü önünde, bazı yardakçıların desteğiyle işlenmekte olan, bir anlamda tespit edilmesi ile tamamen senkronik bir soykırım, hatta biyokırım vardır. Televizyonlarda Auschwitz’de olduğu gibi fırınlarda yakılan insan görmüyoruz elbette, gördüğümüz ambulansların, mülteci kamplarının bombalanması belki. Artık Aydınlanmanın nihai olarak ne olduğunu, onun neyi amaçladığını açıkça görebileceğimiz bir süreç içinde olduğumuz bellidir. Sözgelimi Gazze’de müşahede ettiğimiz barbarlığın sadece Siyonist Netanyahu’dan kaynaklandığı değil, ilk bakışta doğrudan Siyonist addedilmeyecek ABD, AB gibi çeşitli ülkelerin yardakçılığıyla sürdüğü söylenebilir. Bu ülkelerin Siyonizm destekçisi olmakla kaldığı dile getirilebilir bu durumda.
Oysa açıkça görülmektedir ki Gazze soykırımı aydınlanmada yaşanan bir arızayı değil, bizzat aydınlanma ile hedeflenen eleştirel ruhu, o ruhtaki bir düşüşü yanlışlamamız gerektiğini göstermektedir. Bu durumda Gazze soykırımından sonra şiir yazmayı barbarca bulmak yersiz olacaktır. Gazze’deki soykırıma yol açan Siyonist şiddet bizzat Aydınlanmacılığın bir ürünüdür çünkü.
