Yakın Tarihin Düğümlerini Çözmek Gerekiyor

Yakın Tarihin Düğümlerini Çözmek Gerekiyor


Yakın Tarihin Düğümlerini Çözmek Gerekiyor

 

1917’de Üçüncü Gazze-Birüssebi savaşının kaybıyla birlikte Birinci Dünya Savaşı’nda      Osmanlı Devleti’nin İngilizlere karşı direndiği Sina-Filistin cephesi çöktü ve Osmanlı Devleti Büyük Savaş’ı kaybettiğini kabullenerek ateşkes istedi. Bir yıl sonra Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanması ve devamındaki yaşanan olaylarla birlikte hem Osmanlı Devleti resmi olarak dağıldı hem de verilen Kurtuluş Savaşı sonrası Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

  1. Gazze Savaşı’nın kaybedilmesi sadece Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıktığını kabullenmesi anlamına gelmiyordu elbette. Bu kayıp 1948’de Filistin topraklarında kurulacak İsrail’e yol açan olaylar dizisinin de başlangıcıydı. Zaten öteden beri Filistin topraklarını gözleyen, ancak Osmanlı devletinin engellemesiyle akamete uğrayan Siyonist göç dalgası bölgenin İngiliz mandasına geçmesinin akabinde birtakım şiddet unsurlarıyla birlikte harekete geçecek ve bölgeye birçok Yahudi yerleşim merkezi kurulacaktı. Öyle ki bir yaz kampında tanıştığı Siyonistlerin ayartmalarına kapılarak, toplumsal ve siyasal siyonizmi benimsemeyen, ama düşünceleri ve yaklaşımında Yahudi teolojisi ve mistisizminin derin etkileri olduğunu bildiğimiz Walter Benjamin bile Filistin’e gelmekten son anda, Marksist kız arkadaşı sebebiyle vazgeçecekti.

Filistin’de bunlar olurken, diğer yanda, Anadolu’da Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinin ardından verilen kurtuluş mücadelesi ve sonrasında kurulan yeni devletin vatandaşı olan ahalinin halet-i ruhiyesinde kaybın unutularak üstünden gelinmesi çabası görülür. Sözgelimi 1. Dünya Savaşı’na ilişkin cephelerden hiçbiri doğru düzgün anılmaz aradan geçen yüz yıla rağmen. Bunda büyük ihtimalle 1. Dünya Savaşı sonrası oluşan ruhsal iklimde etkili olan fikirlerin, bilhassa Anadoluculuğun payı vardır. Bunu bize en iyi o savaşta Osmanlı’nın kazandığı Çanakkale zaferinin anılması gösterir. Diğer cephelerde kazanılmış bazısı küçük, Kut-ul Amare gibi bazısı büyük bazı zaferler unut(tur)ulurken Çanakkale zaferi anılır. Bu sözümüzden elbette Çanakkale zaferinin anılmasını garipsediğimiz çıkarılamaz. Aksine, başta Çanakkale’de kazanılan muazzam zafer olmak üzere 1. Dünya Savaşı’ndaki tüm başarı ve başarısızlıkları tüm sonuçlarıyla birlikte milletçe üstlendiğimiz, başarılarla kıvandığımız, başarısızlıklarla yazıklandığımız her daim hatırlanmalı ce söylenmelidir.

Bu örneğe bakılarak Cumhuriyetin ilk yüzyılında etkili olan toplumsal bilinç handiyse zaferler konusunda bile seçmeci sayılabilir. Çanakkale zaferi anılır, ama diğer zaferler, sözgelimi Kut-ul Amare unutulmaya bırakılır. Bunda zaferin kime karşı kazanıldığının etkili olduğunu söyleyenler olmuştur; İngiliz birliğinin yenilgiye uğratılması ve subay kadrosunun esir alınması sebebiyle Kut-ul Amare’nin unutulmaya terk edildiği söylenmiştir; ama şunu kabul etmek gerekir ki Çanakkale zaferi de İngilizlere karşı kazanılmıştır. O zaferin hatırlanma sebebi farklıdır: Bu zafer “elde kalan son vatan parçası”nın elde kalışına giden yolun önemli bir durak noktası kabul edilir. Oysa Kut-ul Amare, Irak coğrafyasında, yani “elde kalan son vatan parçası” olan ve Anadolu sayılan coğrafyanın dışında kazanılmış bir zaferdir, bu yüzden onun hafızada tutulmasına büyük bir önem atfedilmez.

Bu halet-i ruhiye içinde ne Sina-Filistin cephesi ne Kafkasya cephesi ne Irak cephesi ne de Galiçya cephesi anılır. Bazen Medine Müdafaası Komutanı Fahrettin Paşa’nın cansiperane fedakar tutumunu anmak için Hicaz’a değinildiği görülür ama bu bile epey meşkûktür. Medine Müdafaası öyle genel bir bakışla ele alınır ki, handiyse savaşta Osmanlı sadece orayı müdafaa etmiş zannedersiniz.

 

Kara Propagandistler Güruhu

7 Ekim Aksa İntifadası’nın ardından Gazze’ye yönelen galiz İsrail şiddeti sonrası bir parti yanlıları ve özellikle sosyal medyada bu partiye yakın bazı hesaplar bu galiz şiddete karşı suskunluklarını meşru gösterme çabası içinde “Gazze/Filistin bizim meselemiz değil” diyerek hem Türk halkını hem de siyaseti etkilemeye çalıştı. Oysa durum söylenenin tam tersiydi: Gazze/Filistin tam da bizim meselemizdi. Cümle eratı ve subayıyla kazanılan Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan ordu ile 1. Dünya Savaşını kaybeden ordu aynı ordu idi. Osmanlı ordusunun tamamı değildi elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan ordu. Ona nazaran daha eksikti hatta. Ama kayıp ve kazanç aynı ordunun, aynı milletin kayıp ve kazancı idi. “Gazze/Filistin bizim meselemiz değil” diyenler bu kaybın kabullenilmesini temsil ettikleri için bunu demiyorlardı lakin, aksine ilgisiz kalışlarının mazereti olarak kullandıkları o son derece sinik cümle aslında iyi okunursa söylediklerinin tam da onların meselesi olduğu fark edilirdi. O cümleyle kastedilen açıktı: Gazze’de ya da Gazze’ye ne olursa olsun ilgilenilmeyecekti, bunun anlamı İsrail’in uyguladığı galiz şiddet görülmeyecek/gösterilmeyecekti. Bu şiddet böylelikle sözümona meşrulaştırılacaktı. Bu sözün İsrail şiddetinin eleştirilmesine karşı söylenmesinin gösterdiği gibi, İsrail yanlılığının sosyal medyada tezahür etme biçimlerinden biri, İsrail kara propagandasının Türkçe bir şekli idi vuku bulan görmeme ve göstermeme. Sorunun bir parçası bir anlamda, sorunun ta kendisi hatta!

Filistinlilerin Yahudilere topraklarını sattığı şeklinde birçok doktora tezinde defalarca yalanlanmasına ve aksi gösterilmesine rağmen sürdürülmesine çalışılan Siyonist iddia da benzeri bir sorun setini temsil ediyor. Anlı şanlı tarihçilerin şiddete uğrayanları bile mahkûm edercesine aynı iddiaları abartarak, bu abartıyı belli eden gülüşleriyle, bilmedikleri konularda konuşmakta mahir laf ebelikleriyle kendilerini görünürleştirmeleri bu setin önemli bir parçası. İsrail’in kara propagandasına alet olan isimlerin çokluğu açık ki Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan dünya ve ülkede oluşturulan kültürel-ruhsal iklimin ürettiği bir etki. Bir anlamda söz konusu kültürel-ruhsal iklimin de Siyonist çabaların ürünü olduğunu söylemek elzem. Bu Siyonist etkiyi kırmak için başta Filistin’de yaşananlar olmak üzere tüm yakın tarihin düğümlerini de birer birer çözmek gerekiyor.

Diğer Yazıları

Batı ne der?

Batı ne der?

  • 12.04.2024 / 04:22

Yorum Yaz