Şahsiyet ve İzzetin Toplumsallaşması

Şahsiyet ve İzzetin Toplumsallaşması

Son yüzyılda insan yaşamı iki temel süreç tarafından derinden dönüştürülmüştür: küreselleşme ve dijitalleşme. Yalnızca ekonomi ve teknoloji alanında değil; kültür, kimlik, yaşam tarzı ve sosyal ilişkiler alanında da büyük çapta değişime neden olan bu iki dinamiğin en dikkat çekici sonuçlarından birisi farklı coğrafyalardaki toplumları giderek birbirine daha fazla benzemeye zorlamasıdır. Sosyolojinin gündemini uzunca bir süredir meşgul eden bu kültürel tekdüzeleşme veya melezleşme konusu özellikle internet, sosyal medya ve akıllı teknolojiler aracılığıyla bilgiye erişimi küreselleştiren ve ortak bir davranış seti oluşturan dijitalleşme ile ileri boyuta taşınmaktadır. Artık dijital teknolojiler yoluyla bireylerin sürekli bağlantı halinde oldukları bu ortamın yüzeysel ilişkiler ve tek tip davranış kalıpları üreterek toplumlar üzerinde süratle davranışsal standardizasyon etkisi oluşturması kültürel kimlik, ahlak ve şahsiyet tartışmalarını beraberinde getirmektedir. 

Şahsiyet dendiğinde mesele her ne kadar tekil şahıslar üzerinde odaklansa da aslında her bir toplum için ortak ruh, kimlik ve aidiyet duygusu ile şekillenen toplumsal şahsiyetlerden de söz etmek mümkündür. Nihayetinde toplumlar kendi sosyal bağlamları içerisinde özgün ve sahici bir kimlik kazanır ve otantikliğini içsel bütünlüğü korumak suretiyle aktarmayı sürdürebilirler. Bu yönüyle otantiklik; geleneksel bilgi, yerellik, tarihsel süreklilik ve toplumsal anlam gibi kavramlarla ilişkilidir (Taylor, 1991).[2] Modernliğin getirdiği bireycilik, sekülerleşme ve toplumsal çözülme karşısında sahici ve özgün yaşama arzusu aynı zamanda değerli bir ahlak ideali olarak görülür ve kişileri modern yaşam içerisinde ahlakî potansiyeli aramaya yöneltir (Taylor, 1989).[3] Şahsiyet bu yönüyle kişilik ve kimlik kazanarak toplumsallaşmış ahlaktır. Aksi takdirde ahlak ve değerler, geleneksel toplumla birlikte yok olmaya yüz tutmuş uzak bir hatıra mesabesinde kalmaya mahkûm edilecektir. Bu risk modern bireyi, kaybolan otantikliğin peşinde olmaya yöneltir; ancak bu otantiklik, çoğu zaman gösteriye dönüşmüştür. Öyleyse modern birey için kültürel otantiklik, hem arzulanan hem de nadiren “gerçek” olan bir durum halini alır. 

Sosyolojik açıdan toplumsal kimlik ve şahsiyet arasındaki ilişki son derece hayatî önemi haizdir. Birey toplumsal dünyayı içselleştirerek ve toplumsal dünyayı özümsediği ölçüde şahsiyet kazanır (Berger ve Luckmann, 2008).[4] Şahsiyet (personality), bireyin sadece kim olduğunu değil, nasıl biri olduğunu, hangi değerlere göre yaşadığını belirler ve bireyin davranışlarını, tutumlarını ve toplumsal rollerini biçimlendiren, toplumsal süreçlerle iç içe gelişen yapıları ihtiva eder. Bu kavram, hem bireyin içsel özelliklerini (değerler, inançlar, tutumlar) hem de dışsal toplumsal faktörleri (rol, statü, normlar) içerir. Yine Durkheim açısından birey, toplumsal norm ve değerlerin bir taşıyıcısı olduğu için şahsiyetin temelinde kolektif bilinç yatar. Söz konusu bilinç, bireyin kişisel tercihlerinden çok, içinde bulunduğu toplumun ahlaki düzeni tarafından şekillendirilir. Şahsiyet her ne kadar şahısta tecessüm etmiş değerler bütünü olsa bile, özünde toplumun bireyde ortaya çıkardığı değer sermayesidir. Toplumsal kimlik ise şahsiyetin sosyal aynasıdır ve ikisi birbirinden kopuk değil bilakis birbirine içkin, ilişkisel ve karşılıklıdır. Birey, toplumsal kimliklerin dünyasında şahsiyetini kurar; şahsiyetiyle bu kimlikleri dönüştürür.

Modernleşme süreçlerinin –veya bu güçlü değişim dalgasını karşılamak amacıyla alınan siyasal kararların- Türk toplumunda birey-toplum dengesini bozacak seviyede bir gerilime sebep olduğu açıktır. Uzun bir tarih boyunca gerek kolektif bilincin oluşması gerekse toplumsal kimlik ve şahsiyetin şekillenmesinde bu toplumun temel referans noktasını oluşturan İslamiyet, Cumhuriyet öncesinde cemaat odaklı bir şahsiyet modeli inşa ederken Cumhuriyet sonrası sistematikleştirilen sekülerleşme ve bireyselleşme ataklarıyla kimlik oluşturma işlevinde ciddi bir dönüşüme uğradı. Günümüzde İslam’ın toplumsal kimlik oluşturma rolü devam etse de, modernizm diğer koldan bireyleri özgürlük ve dünyevilik ekseninde dönüştürmeye devam etmektedir. Bu durum İslam’ın şahsiyet-yapıcı yönünü giderek daha karmaşık hale getirmiştir. Bauman için, modern bireyin kimliği “akışkan” (liquid) niteliktedir ve çağdaş insan, sürekli değişen tüketim ve medya dinamikleri içinde şahsiyetini sürekli yeniden şekillendirir (Bauman, 2000).[5]

Türk toplumunun geleneksel insan yetiştirme düzeni modernleşme ile başlayan bu dönüşümden ciddi bir aşınmaya uğrayarak çıkmıştır. İslam’ın sunduğu manevî şahsiyet ile modern kapitalizmin bireyciliği arasındaki gelgitler toplumun kendi üyelerine nasıl bir kimlik teklifinde ve terbiyesinde bulunduğu konusunu çok boyutlu ve çetrefilli hale getirmiştir. Bu mesele yalnızca bireysel sınırlar içinde değerlendirilen bir konu olmaktan ziyade ciddi sosyal ve siyasal sonuçları olan temel bir hususa işaret eder. Bir toplumun mensuplarına kültürel, dinsel, ekonomik ve siyasal süreçler içerisinde hangi değer ve davranışları kazandırmak üzere organize olduğu, neye itibar ettiği neyi aşağıladığı, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir meseledir ve Türk toplumunda günümüze ulaşan ahlakî krizin kökenleri üzerine düşünmeye bizleri sevk etmelidir. 

Bu noktada Richard Sennett’in (2011) modern kapitalizmin bireylerin kimliği ve şahsiyeti üzerindeki etkilerini, yeni kapitalist ekonominin bireylerin ahlakî değer, bağlılık ve uzun vadeli anlam arayışlarını erozyona uğratması konusundaki analizi oldukça ufuk açıcıdır. Ona göre yeni kapitalizm ve dolayısıyla mevcut modern yaşam pratikleri kısa vadeli düşünmeye, sürekli değişime ve güvencesizliğe zorlayarak kişilerin tutarlı bir şahsiyet geliştirmesini zorlaştırır. Karakter bireylerin uzun vadeli hedeflere bağlılığı, sadakati ve ahlakî tutarlılığı ile tanımlanır. Ancak yeni kapitalist ahlak kısa vadeli başarıyı ödüllendirerek bağlılık, sadakat gibi değerleri önemsizleştirir, şahısların kendilerini bir topluluğun parçası olarak görmelerini engeller. Bireyler iş dünyasındaki belirsizlik nedeniyle ahlakî pusulalarını kaybeder, ‘başarı’ tanımı etik değerlerden ziyade maddî kazanç ve bireysel hırsla ölçülür. Sennett’in analizi her ne kadar seküler Batı toplumlarına odaklanmış da olsa modern ekonomik sistemlerin geleneksel değerlerle çelişkisini anlamak için bize işlevsel bir çerçeve sunar, kapitalizmin bu etkilerine karşı bireylerin nasıl bir anlam arayışı içerisinde olabileceğini sorgular ve dirençli bir karakter inşa etmenin zorluklarını tartışır. 

Bizim kimlik sorunlarımızın temelinde ise kapitalizm, küreselleşme ve bunlara hızlandırıcı bir faktör olarak katılan dijitalleşmeyle kimliklerin özellikle İslam’ın –dolayısıyla insanlığın-  temel değerleri aleyhine inşası merkezî bir konum teşkil etmektedir. Bu hususta geleneğin modernleşme ile çarpışmasından doğan çift başlılık toplumu iki ayrı yöne sevk eden derin bölünmeyi besler niteliktedir. Toplumların muhkem kimlik oluşturmasının temel koşulu iç bütünlüklerini sağlamış olmaları ise ülkemizin aileden kurumlara ve oradan devlete doğru genişleyen halkalar boyunca görünürlük kazanan sosyal gerçekliğinde artık fazlasıyla derinleşmiş ve marazî bir hâl almış olan bütünleşme krizini aşmak acil ve zaruri hale gelmiştir. 

Aynı toplumda yaşayan insanların hiç değilse insanlığın müşterek değerleri etrafında uzlaşabilmesi böylesi durumlarda iyi bir başlangıç noktası oluşturur. Müslümanların her hâlükârda toplumsal dirlik ve düzeni kollayan tutumlarının mevcut ahlak ve kimlik krizi karşısında topluma hangi öneriyi sundukları konusunda ciddi bir bilinç ve temsil eksikliği oluştu. Özellikle şahsiyet ve toplumsal kimlik açısından günümüzde İslam’ın izzet ve şerefinin nasıl taşınacağı ya da Müslümanların gündeminde böyle bir sorunun ne derece yer bulduğu üzerinde yeterince durmuyoruz. Önceki kuşakların karakter inşası ve irade terbiyesi hususunda taşıdığı hassasiyeti yakın geçmişte bir yerlerde maalesef yitirdik. Geleneksel terbiye sistemi içerisinde toplumsal görgümüzün bir parçası olarak yaygınlaşmış kanaatkârlık, mütevazılık, gösterişten kaçınma, dürüstlük, hakkı savunma, tutarlılık gibi değerler önce ikili ilişkilerde sonra kurumsal düzeyde çoktandır tüketilmeye yüz tuttu. 

Yaşadığımız kimlik ve ahlak krizi karşısında sosyolojinin imkânlarıyla bir girizgâh yapmayı başardıysak eğer, bu yazıyı toplumsal değerlerimizin kaynağından bir hatırlatma ile bitirelim. Kur’an-ı Kerim’de şahsiyetle ilgili iki kavram var. İlki Ulû’l-Elbâb; derin kavrayış, akıl, hikmet ve takva sahipleri anlamında insanın manevi ve ahlakî potansiyellerini en üst düzeyde kullanarak olgun bir kimlik kazanma sürecini ifade ediyor. Kavramın akıl yanında özgür iradeye de bir vurgusu var. Müslümanların şahsiyet inşasında benliklerindeki ilahi cevhere dayanarak bağımsız düşünme ve eyleme gücünü harekete geçirebilen kişiler olmalarını salık veriyor. İkincisi fâsık ise, ilkinin aksine kendi fıtratındaki ilahî cevhere muhalif biçimde hakikat karşısında hem akıl hem tavır açısından yanlış tutumları benimseyen kişilere işaret ediyor. Bu kişilerin illaki gayrimüslim olması da gerekmiyor. Kelime köken itibariyle dışardan sağlam ve sağlıklı görünüp içerisi boş ve kof olan hurmadan türemiş. Yani dışardan doğru yolda görünüp iç yüzünde ne bilinç ne eylem açısından tutarlılık taşımayan, Müslüman olsalar bile şahsiyetleri ahlakî ve manevî açıdan zayıflamış bireyleri kast ediyor. Buradan anladığımız Ulû’l-Elbâb olmaları arzu edilen Müslümanlar belirli hassasiyetleri taşımayı bıraktıklarında fâsık olma tehlikesiyle yüz yüze kalıyor ve bu durum yeterince yaygınlaşıp toplumsallaştığında ortaya yoz bir toplumsal kimlik çıkması kaçınılmaz oluyor. İslamiyet bu coğrafyada halen ve her şeye rağmen bireysel ve toplumsal kimliği şekillendiren başat unsur olmaya devam etmektedir. Ancak İslam’ın temel değerleri bakımından toplumun Ulû’l-Elbâb ve fasıklık arasında hangi ahlakî seviyede konumlandığı karşımızda ciddi bir soru olarak duruyor. Öyle görünüyor ki izzeti hatırlamaya ve çoğaltmaya her zamankinden fazla ihtiyacımız var. 

 

 

 

[1] Taylor, Charles. The Ethics of Authenticity. Harvard University Press, 1991.

[2] Taylor, Charles. Sources of the Self: The Making of the Modern Identity. Harvard University Press, 1989.

[3] Berger, Peter L. ve Luckmann, Thomas. Toplumsal Gerçekliğin İnşası: Bir Bilgi Sosyolojisi İncelemesi. (Çev. H. H. Aslan), İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2008.

[4] Bauman, Zygmunt. Liquid Modernity. Polity Press, 2000.

[5] Sennett, Richard. The Corrosion of Character: The Personal Consequences of Work in the New Capitalism. W. W. Norton & Company, 2011.




Diğer Yazıları

Yorum Yaz