Hikmet de Dijitalleşecek mi ?

Hikmet de Dijitalleşecek mi ?

 

Kendisine bir yaşam kurmak için tehlikelerle dolu vahşi dünyada yiyecek ve barınak arayan insanlarla başlayan yeryüzündeki maceramız, günümüze gelene dek birçok aşamadan geçti. Avcı ve toplayıcılık adı verilen ve söyleyip geçerken çok kısaymış izlenimi veren bu dönem içerisinde insanlar, aslında diğer çağlara göre en uzun süre yaşamış ve bu yaşam biçimiyle iki milyon yıl kadar varlıklarını mücadeleler içerisinde sürdürmüşlerdi. M.Ö.10 bin civarında toprağı ekip biçmeyi keşfetmesi insanoğlu için ilk büyük değişim ve devrim olarak kabul edilen tarım toplumunun kapıları açtı. Bu gelişmeyle dünya tarihinde ilk kez bir yaşam tarzı yerini diğerine bırakarak neredeyse bütünüyle ortadan kalktı. Böylece bizler toplum ve tarih konusunda temel bir gerçeği öğrenmiş olduk: Dünyada hiçbir yaşam biçimi ne kadar uzun sürerse sürsün mutlak ve kalıcı değildir ve değişim sayesinde insan için daima başka türlü bir yaşam mümkündür. 

Değişme ile hayat arasında başlangıçtan beri kurulan temel ilişki doğanın olduğu gibi toplumun da canlı ve dinamik yapısı sebebiyle yaşayan bir organizma şeklinde görülmesine yol açmıştır. Yaşamın olduğu her yerde değişimin olması kaçınılmazdır ve bu ilke bünyesinde sayısız fırsat kadar krizi de barındırmaktadır. Toplumsal yaşam söz konusu olduğunda işin içine insan ve onun sınırsız seçme kapasitesi dâhil olduğundan, toplumun ve tarihin gidişatı konusunda kesin yargılardan bahsetmek mümkün görülmez. Ancak toplumsal değişime hangi noktadan sonra devrim dememiz gerektiği önemli bir husustur. Çünkü her toplumsal değişim devrim olmadığı gibi her devrim ciddi ölçüde toplumsal değişim gerektirir. Buna göre toplumsal yaşamda değişimin devrim olarak kabul edilebilmesi için önceki yaşam biçimini çoğunlukla tedavülden kaldırması ve büyük kitleleri etkisi altına alarak insanlığı yeni hayat tarzına intikal etmeye zorlaması gereklidir. İşte tarım devrimiyle gerçekleşen tam olarak buydu. Avcı-toplayıcı hayat tarzının gereği olarak yapılan işler ve onlarla ilgili nesneler tarım toplumunun ikamesiyle birlikte günden güne işlevsiz kalarak dünyadan çekildi. Kurulan yeni dünyada toprağı ekip biçme, kalıcı barınaklar yapma, köyler ve devamında şehirler inşa etme ve bütün bunlara ek olarak ekonomi ve siyaseti yeniden düzenleme eskisinden tamamen başka bir yaşayışın ortaya çıkmasına yol açtı. 

Tarım toplumu veya daha yaygın ifadesiyle geleneksel toplum, yeryüzünde böyle köklü bir değişim sürecine girilmesi ile ortaya çıktı ve insanlar, içinde bulunduğumuz dönemden çok daha uzun yüzyıllar boyunca geleneksel yaşam tarzıyla yaşadı. Bunun anlamı toplumun toprağa bağlı düzenlemeye tabii tutulması ve diğer her şeyin tarımsal üretimle bir şekilde ilişki içerisinde biçimlenmesidir. Fakat geleneksel yaşam tarzı avcı-toplayıcılıktan çok daha kısa sürede endüstrileşme adı verilen devrimsel sürece girilmesi sonucu ortadan kalkmaya yüz tuttu. Sanayileşme, tarımın keşfine kıyasla hızlı ve radikal biçimde toplum dönüştürücü güce kavuştu. Modern çağ da denilen bu dönem, insanlık tarihinde tabiatla yakın irtibatlı ilk iki devrin aksine doğadan ve geçmişten radikal bir kopuşu temsil etmekte, yalnızca yaşayışta değil düşünce ve inançta da güçlü altüst oluşların yaşandığı  ‘yeniden doğuş çağı’ olarak görülmektedir. Batı Avrupa’da başlayıp zamanla dünyanın geri kalanını gönüllü veya gönülsüz etkisi altına alan bu süreçte toplumlar, bilim ve teknikte yaşanan büyük gelişmelerle akıl ve kapital merkezli bir yaşam biçimine peyderpey geçiş yapmışlardır. 

Yaklaşık 250 yıl süren endüstri merkezli ve dünya tarihi açısından epey kısa sayılabilecek bu dönem 21. Yy başlarında gittikçe yaygınlaşan internete bağlı teknolojilerin gelişmesiyle yerini ‘bilişim çağı’ adı verilen [2]  döneme bırakmaktadır. Toplum 4.0 şeklinde de ifade edilen bu oluşum, enformasyon ve elektronik temelli bir yaşam biçimi inşa eder ve yakın geçmişte süper akıllı toplumun (Toplum 5.0) işaretlerini vermeye başlamıştır. Bu oldukça kısaltılmış insanlık tarihi anlatısı tarihsel olarak nerede durduğumuz konusunda bize fikir vermektedir. İçinden geçtiğimiz zamanlar bu bağlamda bir geçiş veya toplumsal devrim çağı niteliği göstermekte ve bu çağın kurucu öğesi olarak teknoloji ön plana çıkmaktadır. Teknoloji (veya teknik) kuşkusuz her çağda toplumsal değişimi yönlendiren faktörlerden biri olmuştur ancak hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar hayatı belirleyici güce sahip olmamıştır. Özellikle internet çağında doğan kuşakların Prensky’nin tabiriyle [3]  dünyanın ‘dijital yerlileri’ haline gelmesi ve bu çağın önceki kuşakları ‘dijital göçmen’ sıfatıyla yabancılaştırıp atıl duruma düşürmesi geleneğin yeni toplumda nasıl bir konumda olacağı sorusunu yeniden gündeme getirmektedir. Dünya epey uzun süre geleneğe bağlı bir yaşam biçimine sadık kalmış ve hatta modern topluma geçiş sürecinde geleneksel direnç etkisini azımsanmayacak ölçüde sürdürmüştür. Özellikle Batı-dışı toplumların ne ölçüde modernleşme sürecine girdiği tartışma konusu iken dijitalleşmenin sanayileşmeyle gelen yeniliklere kıyasla çok daha kuşatıcı ve umursamaz yayılmacılığı dünyayı süratle etkisi altına almayı başarmıştır. 

Türk toplumunun modernleşme süreciyle başlangıçta sorgulama ve direnç içeren uyumlaş(tır)ma yolculuğu, zaman içinde kendi özgün formunu oluşturmuş ve 21. Yy’a gelindiğinde Türkiye’de modernleşme gönüllü bir yola girerek büyük ölçüde gerçekleşmiş ve artık pek çok kimsenin modern olmakla ilgili problemi kalmamıştır. Geçmişte toplumun radyoya ve televizyona gösterdiği direncin akıllı telefon veya internet söz konusu olduğunda, bu kez neredeyse hiç gündeme gelmemesi sosyolojik açıdan anlamlıdır. Teknolojik gelişmelerin karşısında durmak yerine onları kültüre entegre etmenin daha makul olacağına ilişkin inanç ve tecrübe, muhafazakar çoğunlukta kendine güçlü bir destek bulmayı başarmıştır. Bu durum özellikle televizyonun mütedeyyin kesimin teknoloji karşısındaki kaygı ve duruşunu kırmayı başararak kendini kabul ettirmesinin de sonucu olarak görülebilir.  

Oysa teknoloji her ne kadar insan ürünü olsa bile insanoğlunun kontrolüne kolaylıkla girebilecek karakterde değildir. Dijital toplumda teknoloji yalnızca hayatı kolaylaştıran bir araç değil, aynı zamanda yaşamın amacı ve vazgeçilmez unsuru haline gelmiştir. Yeni çağın bireyleri teknoloji ile göbek bağı ilişkisine çoktandır girmişler, bu durum gündelik hayatın ve toplumun dijitalleşmesini getirmiştir. Artık önceki devirlerde toplumun geçim faaliyetinin değişmesi ile yaşam tarzının başkalaşmasını içeren ayrımların ötesinde bir fark söz konusudur. Bu, toplumun nitelik olarak değil mahiyet açısından değişmesi ve insanlığın öncekilerden çok daha köklü bir değişim süreci ile karşı karşıya gelmesi anlamına gelir. İnsanın niteliği değil özü değişmektedir ve bu değişimin rotasını çizen teknolojinin kendisidir. İnsan modern dönemde kendi aklı ve bilimle kazandığı ‘özne’ oluşunu kendi eliyle yitirmekte teknoloji karşısında ikincil faktöre dönüşerek belirsiz bir geleceğe sürüklenmektedir. Teknoloji insanın kontrolünde ve insanla yüz yüze değildir, hayatın her alanına girerek insan için dışsal olmaktan çıkıp onun bizzat özü olur, onunla bütünleşir ve onu içselleştirir(Ellul,1980,2003)[4]. Bu yönüyle ‘eski’ yaşamı temsil ettiği düşünülen ve yenisine ayak uyduramayan herkes öncekinden daha hızlı ve güçlü biçimde ‘geçersiz’ hale gelir. 

Bütün konforu ve kolaylığına rağmen içinde bulunduğumuz çağın krizi Byung Chul Han’a göre[5], hayata anlam ve yön verebilecek her şeyin kopup gitmesidir. Yaşam artık tutulabilecek ve sürdürülebilecek şeylerle desteklenmemektedir ve hiçbir zaman bugünkü kadar kavranamaz, geçici ve ölümlü olmamıştır. Bugün insan kalbi ölümsüzlüğe sığınacak bir yer bulamıyor. Büyük miktarda veri ve bilgi depoluyoruz ancak anıların peşine düşmüyoruz. Her türlü ‘sonsuzluğa’ sırtımızı dönüyoruz, sadakat, söz verme, güven, bağlılık gibi zaman alan uygulamalara tövbe ediyoruz. Geçicilik, kısa vadecilik ve tutarsızlık hayata egemen oluyor. Dünyanın dijitalleşmesi ve bilgisayarlaşması zamanı parçalıyor ve yaşamı radikal biçimde geçici hale getiriyor. ‘Güncellik çılgınlığı’ bu çağın hastalığı haline geliyor ve yaşamlarımız bize anlam ve yönelim kazandıracak bağlayıcı bir anlatı tarafından belirlenmiyor. Çok iyi bilgilendirilmişiz, ancak bir anlatının yoksunluğu nedeniyle yönümüzü şaşırmış durumdayız.

Anlatısal boşluğun toplumu erozyona uğratması ve giderek parçalaması kaçınılmaz ise teknolojik gelişmeler ve dijitalleşme karşısında toplumsal bütünlüğümüzü neyin sağlayacağı önemli bir soru haline gelir. Hikmet ve irfanla yoğrulmuş kadim –sahih gelenek modernleşmenin şiddetli atakları karşısında toplumsal kimliği/bütünlüğü bir ölçüde korumayı başarmış, hatta mevcut modernliği yeniden yorumlayarak yaşama katma iradesi oluşturmuştu. Dijital çağa giriş yaptığımız bu dönemde bilgiyi çoğaltıp yaygınlaştırırken toplumların derin bilgeliği ve onun pratiğinden ibaret olan hikmet ile sezgisel kavrayış gücü ve manevi tecrübeye atıf yapan irfana ne olacağı konusu yeterince aydınlanmış değil. Özellikle toplumun gidişatını, değerleri ve bütünlüğünü dert edinenlerde hissedilir düzeyde kaygı ve telaş görülüyor. Geçmişle aidiyet bağlarının azalması nesilleri köksüzleştirirken geleceğe sağlam adımlar atmalarını, geçmişin, geleneğin ve anlatının kadim gücünden yararlanmalarını zorlaştırıyor.  Önceki kuşaklar karşısında teknolojinin ve bilginin verdiği güçle öğretici pozisyonuna geçen ‘dijital yerlilerin’,  hayatı ve zihinleri parçalayıp anlamsızlaştıran bu süreçten, hikmet ve irfanı, hayata manevi formunu kazandıran kadim bilgeliğe yol bularak çıkmaları mümkündür, ancak bunun yordamı konusunda arayışlar sürmektedir. 

Dijital çağda hikmet ve irfan dokulu toplumsal karakterimizle var olmak kuşkusuz yalnızca maneviyat içeriğini dijital ortama taşımakla üstesinden gelinecek bir durum gibi görünmüyor. Kültürün/ toplumun yeniden içerik kazandığı bu dönemde artık toplumsal olan her yerde seyrelmiş gibidir ve bununla birlikte özel olarak hiçbir yerde değildir (Latour, 2021)[6]  Dolayısıyla topluma ilişkin bilgilerimiz avucumuzda sabit durmuyor. Kitle kültürü tabiri yerini ‘dijital sürü’ [7] gibi kavramlara bırakmaya başladı. Kitlenin bile ruhu olduğu söyleniyor, insanları birleştirip bütünleştiren,  oysa dijital sürü yalnızlaştırılmış bireylerden oluşuyor ve kitle ruhundan yoksun, ‘biz’ oluşturamayan nitelik gösteriyor. Bu yeni toplumsallığın ‘birlikte eyleme’ ve tutarlılık kabiliyeti yeterince gelişkin değil, toplanmanın içselliğinden yoksun izole bir varoluş biçimi sergiliyor.  Homo digitalis, birliktelik kültüründen doğan, yalnızca fikirde değil, yaşamın gerçek ilişkileri içerisinde ortaklaşa üretilen şeyleri, hikmeti ve irfanı nasıl kavrayacak ya da ne şekilde yorumlayacak henüz bilmiyoruz. Tek bildiğimiz gitgide ruhsuzlaştırılan bir toplumda ruhu korumaya duyulan ihtiyaç ve toplumsal köklerimizin bu gereksinimi karşılayabilecek potansiyelde olduğu. Geleceğe dijital sürü toplumu olarak taşınmak açıktır ki kimseyi memnun etmeyecek ve toplumsal kimliğimizin yitimi anlamına gelecek. Bu tehlike yeterince açık göründüğüne göre dijitalleşmeye karşı irfan ve hikmetle toplumu bir arada tutmanın imkânları, hikmeti dijital topluma nasıl taşıyacağımız üzerine daha derin düşünmemiz gerekiyor. Akıllı cihazlarla aile içerisinde bile birbirimizden koptuğumuz şu günlerde odağımızı toplumsal değerlerimize, hikmet ve irfanı görünür kılacak birliktelikleri nasıl üreteceğimize çevirmemiz geleceğimizi korumak adına yararlı olacaktır. 

 Kaynak: Bu içerik, TARF Bilim Teknoloji Dergisinin bilgisi dahilinde yayımlanmıştır.

[2] Sanayi toplumunun neye evrileceği konusundaki tartışmalar yeni toplumu tanımlamak için kullanılacak birçok kavramsallaştırmayı gündeme getirmiştir. Bunlardan en yaygın olanlarını şu şekilde sıralayabiliriz:  Endüstri Sonrası Çağ, Bilgi Toplumu/Çağı, Enformasyon Toplumu/Çağı (Information Society/Age), İnternet toplumu/Çağı (Internet Society/Age), Elektronik Çağ (Electronic Age), Siber Toplum/Çağ (Cyber Society/Age), Dijital Çağ (Digital Age), Sanayi-ötesi Çağ (Post-Industrial Age), Post-Modern Çağ (Post-Modern Age), Yeni Çağ (New age).

[3] Prensky, M. (2001). Digital Natives, Digital Immigrants. On the Horizon, MCB UniversityPress, Vol:9, No:5, October.

[4] Ellul, J. (1980), The Technological System, Çev., Joachim Neugroschel, New York: The Continuum Publishing Corporation. (2003), Teknoloji Toplumu, Çev.Musa Ceylan, İstanbul: Bakış Yayınları.

[5] Han, B.C. (2024), Tefekkür Yaşamı ya da Eylemsizlik Üzerine, Çev: Barış Tut, İstanbul: Ketebe Yayınları. 

[6] Latour, B. (2021), Toplumsalı Yeniden Toplama, Çev: Nüvit Bingöl, İstanbul: Tellekt Yayınları.

[7] Han, B. (2024), Sürünün İçinde, Dijital Dünyaya Bakışlar, Çev: Zeynep Sarıkartal, İstanbul: İnka Yayınları. 

 







Diğer Yazıları

Yorum Yaz