Akademik Tezlerin Krizi: Yetersiz Oluşum ve Sahte Şahitlikten Islah Yoluna

Akademik Tezlerin Krizi: Yetersiz Oluşum ve Sahte Şahitlikten Islah Yoluna

 

   Günümüzde akademik tezler, özellikle de İslâmî ilimler alanında, ruhsuz hayaletlere, omurgasız yapılara benzemektedir. Çoğu tez aceleyle hazırlanmakta, soğuk bir nakilden ibaret kalmakta; araştırmacının şahsiyetini neredeyse yansıtmamakta, olgun bir akıl veya üretken bir kalemin izlerini taşımamaktadır. Öğrenci adeta sadece toplama ve yığma göreviyle yükümlendirilmiş gibidir; ne tahkik vardır ne de tahlil. Buna bir de tezlerin hacim bakımından daralması eklenince, artık yenilik getirmekten uzak, ilmî katkıya kapalı metinlerle karşılaşmaktayız. Şer‘î ilimlerin maksatlarını kuşatamayan bu yaklaşım, deneysel bilimlerin katı ölçütlerine zorla uydurulmakta; böylece yöntemi bozmakta, ilmin mesajını çarpıtmaktadır.

   Mesele sadece öğrencilerin yetersizliğiyle sınırlı kalmamış, savunma salonlarına ve buralarda gerçekleşen karşılıklı iltifatlara kadar varmıştır. Bu süreçte, danışman ve jüri üyesi, rolleri otomatik biçimde değiş tokuş etme konusunda bir tür bilinçsiz uzlaşma içindedir; biri ötekine bugün iltifat eder, yarın da o bu iyiliği iade eder. Böylece emanet zayi olur, diplomanın değeri düşer ve yapılan araştırmaya—Allah'ın merhamet ettikleri müstesna—yalan şahitlik yazılmış olur.

   Sonra çağın afeti, yani intihal (bilimsel hırsızlık) geldi ve durumu daha da kötüleştirdi; araştırmacı, özgün bir şey ortaya koymaktan ziyade, yaptığı hırsızlığı gizlemek için daha fazla çaba harcamaktadır. Bütün bunlar ise kolaylıkla ortaya çıkarılabilecek şeylerdir. Ancak asıl büyük kayıp, hem öğrenciye hem de akademik sürece birden isabet eder; zira bina temelden yıkılmış olur.

    Böylece zayıflık halkaları üst üste birikmektedir: Öğrencide yetersizlik, hocada gevşeklik, savunmalarda karşılıklı iltifatlar ve zayıf perdelerle örtülmüş hırsızlıklar... Derken, bütün akademik süreç neredeyse bir çöküş ve sönme evresine girmek üzeredir. Eğer mesele kararlılıkla ele  alınmaz ve diplomaların (akademik derecelerin) verilme şartları yeniden gözden geçirilmezse —öyle ki bu dereceleri ancak gerçekten liyakat sahibi olanlar alabilsin— tarih, danışman ile jüri üyesinin yalancı şahitlik yaptığını ve hem Allah katında hem de gelecek nesiller karşısında ağır bir sorumluluk yüklendiklerini kaydedecektir; öyle bir yük ki sırtlarında ağırlık olur, sonuçları ise affedilmez.

   Çözümün yolu, meselenin ilk aşamalardan itibaren sağlam bir ilmî oluşumla ele alınmasıdır. Zira sorumluluk lisansüstü eğitimin kapısında başlamaz,  temel taşlar ilk kademelerden itibaren döşenir. Öğrencinin gönlüne ilim sevgisi işlenmeli, araştırma araçlarıyla donatılmalı, metodik yazım ve eleştirel okuma becerileri kazandırılmalıdır. Böylece öğrenci lisansüstüne geldiğinde donanımını kuşanmış, hâkimiyetini kazanmış olur; kendine fazladan yük bindirmez, hocasına temel bilgileri tekrar ettirmez, akademik süreç de özünden canlanır.

   Erken dönemden itibaren sağlam bir ilmî oluşum olmaksızın bu işin ıslahı mümkün değildir. Eksik yetişmiş öğrenciler lisansüstüne sürüldüğünde, giremeyecekleri denize atılmış olurlar. Hocaları, en basit bilgileri düzeltmek, eksikleri kapatmak ve acziyeti telafi etmek için bitmeyen bir zahmete girer. Oysa bu emek, çoktan küçük yaşta atılması gereken temelleri telafi etmeye harcanmaktadır. Neticede ortaya çıkan, görevini yerine getiremeyen, gayesini gerçekleştiremeyen, cılız bir üründen başka bir şey değildir. Diploma boş bir kılıfa dönüşmekte; ilim, öğrencilerini, ümmet ise âlimlerini kaybetmektedir.

 

   Bugün, tüm alanlarda ilmi yenileyen, faydalı katkılar sunan, başarılarıyla dinine ve toplumuna hizmet eden bir neslin yetiştirilmesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Öyle bir nesil ki, köklerden beslenip dallarda yenilik ortaya koysun; mirasa yük olmak yerine ona katkı sağlasın; önceki nesillerin kendi çağlarına gösterdiği çaba gibi, kendi çağ ve gerçekliği için gayret göstersin. Bu hedef, ancak sağlam ve erken bir ilmî oluşumla gerçekleşebilir; bu oluşum  da, ancak öğretimin (bir meslek değil) bir mesaj, eğitimin bir sanat ve sahici ilmî oluşumun ümmetin yeniden dirilişi ve medeniyetinin inşası için en doğru yol olduğunu idrak eden,  mürebbi (ilim ve ahlakla donanmış ) bir hoca ve ilmi ile amel eden bir âlimin rehberliğiyle meyve verebilir. 

    Bu erken ilmî oluşum sağlandığında, nesiller sağlam bir zeminde yetişir; eğitim süreci, nitelikli öğrenciler ve ciddi araştırmacılar yetiştirir; bilimsel araştırma sahası yeniden canlanır, gerçeklikle iletişim kuran, özgün düşünce üreten ve gayesinde samimi bir yapıya kavuşur. Zira ciddiyet üzerine kurulu erken dönem eğitim ile ilimde sağlam bir biçimde kademeli ilerleyiş, akademik kuruma canlılık kazandırmanın ve onun ümmete bugün ve gelecekte daha büyük katkılar sunmasının en etkili yollarıdır.

    Eğer bugün tanık olduğumuz manzara buysa, bu ne bir kaderin zorunlu sonucu ne de kaçınılmaz bir akıbet olarak görülmelidir; bilakis, bu bir hastalıktır ve sebebi de açıkça bilinmektedir. Öyleyse, ona bir çare aranmalı ve bu çare tek kelimeyle özetlenebilir: Ciddiyet ve kararlılık. Ciddiyet, ilme yeniden vakarını, diplomaya itibarını, hocaya saygınlığını ve araştırmacıya da şahsiyetini kazandırır. Kararlılık ise, iltifatları bertaraf eder, bilimsel hırsızlıkları kökünden kazır ve işleri asıl mecrasına döndürür. Böylece ilmî unvanlar, ancak gayretiyle, olgunluğuyla ve asaletiyle hak edenlere verilir. İşte ancak o zaman akademik süreç yeniden parlaklığını kazanır ve şer’î ilim, asli konumuna—temiz ve yüce yerine—geri döner: Sahibine haşyet kazandıran, ümmete rehberlik eden ve bir medeniyet inşa eden bir ilim. Bu,  Allah için asla zor değildir.




Diğer Yazıları

Yorum Yaz