Eski Efendiler Gitti, Yeni Patronlar Geldi

“Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan…” diye fısıldar Rus yazar Maksim Gorki, bütün ölü şehirlerin taş avlularında yankılanan o boğuk sesle. İnsan, yaşamak için değil; yaşamak zorunda bırakıldığı şeyi finanse etmek için ömrünü tüketir. Artık kimse pazarda satılmıyor; kimsenin bileğine demir zincir vurulmuyor. Ama Zygmunt Bauman’ın işaret ettiği gibi, modern çağ, akışkan bir pranga icat etmiştir: borçlar, faturalar, kiralar, tüketim listeleri… Bileğimize değil, zihnimize vurulan bu görünmez zincir, çağdaş dünyayı bir köle pazarı kadar gürültüsüz ama bir o kadar da acımasız kılar.
Oysa tarih kitapları, köleliğin kaldırıldığını yazar. Solon’un MÖ 594’te borç köleliğini yasakladığını; Osmanlı’da köle azadını bir ibadet bilip belgeleyen defterleri anlatır. Ancak ünlü Fransız siyaset bilimcisi Bruno Étienne’in dediği gibi, “Osmanlı kölesi bugünün sözde özgür bireyinden daha çok özgürlüğe sahipti” diyerek, bizim yüzümüze soğuk bir hakikati çarpar: Bugünün kölesi, zincirini bile göremez. Çünkü o zincir, patronun imzalattığı maaş bordrosunda, “kira bedeli” başlıklı bir dekontta, ertelenmiş hayallerin satır aralarında saklıdır.
Kapitalizmin vaadi “özgür birey”dir. Ama Étienne, bu özgürlüğün bir illüzyon olduğuna işaret ederken ünlü Fransız sosyolog Zygmunt Bauman da “Akışkan Modernite”nin zihinlere işlenmiş kölelik biçimlerinden bahseder. Bugünün kölesi, özgür olduğunu zannederek kölelik zincirini gönüllü taşır. Bir zamanlar bir köleyi yaşatmak zorundaydınız; bugünse bir işçiyi işten attığınızda hiçbir sorumluluğunuz kalmaz. Tarih, “eski” köleliği tarihe gömerken, “yeni” köleliğin taşeronlarını takım elbiseye büründürüp kredi kartı limitlerinde saklar.
Modern kölelik sadece ucuz emek değildir. Aynı zamanda insana dair olan ne varsa, en mahrem hayallerin bile ticarileştirilmesidir. Kadınlar, çocuklar, göçmenler… Pavyon masalarının ardında, karanlık atölyelerde, kadavra masalarında, inşaat iskelelerinde, borç senetlerinin altında ezilen milyonlarca insan… Küresel adalet raporları her yıl yeniden hatırlatır: Bugün dünyada kölelik hiç olmadığı kadar kalabalıktır. 2023 Küresel Kölelik Endeksi’ne göre 50 milyon insan; Kevin Bales’in deyimiyle tarihteki her dönemden daha fazla… Ki bunlarda resmi rakamlar…
Bir çocuğun elleri yerine bir oyuncağı tutması gerekirdi. Bir kadının bedeninin satılmaması, bir göçmenin kimliğiyle tehdit edilmemesi gerekirdi. Modern insanlık, en parlak kent ışıkları altında bile, bu kara pazarı saklayacak kadar usta hale geldi. Çağdaş aydınlar da, antik köleliğin zincirlerinden saatlerce söz eder ama modern köleliğin görünmez prangalarına gelince, patronlarının keyfini kaçırmamak için sessiz kalmayı marifet sayar.
Ve biz, bu zulme karşı ne yaptık? Modern kent Müslümanlığı, beton blokların içinde şekle büründü. Kanaat, tasarruf, sadaka, zekat, karz-ı hasen ve infak gibi mübarek kelimeler vitrinden düşerken, faizli krediler, markalı tüketim, bitmek bilmeyen konfor yarışı gönülleri teslim aldı. Oysa ilk Müslümanlar köleleri satın alır, azat eder; insanı eşya yerine koyan putları yıkmak için yürürlerdi. Modern köleliğe karşı da benzer bir ruhla yürünebilir miydi?
Bugün Müslümanlar yeniden Étienne’in dediği o özgürlük illüzyonunu sorgulamalıdır. Modern çağın “akışkan prangalarını” kırmak için sadece bireysel kurtuluş reçeteleri yetmez. Bir çocuk işçi fabrikada sabahlıyorsa, bir kadın bedenini satmaya zorlanıyorsa, bir baba organlarını satmak için kadavra masasına yatıyorsa, bir göçmen karanlık bir atölyede kayıtsız çalıştırılıyorsa; bu her inananın davasıdır. Çünkü köleliği reddetmek, insana dokunmanın, merhametin ve adaletin temelidir…
Gorki’nin ölü kentlerinde doğan çocuklara, Bauman’ın akışkan modernitesinde zihinleri esir düşen gençlere bir kez daha hatırlatmak gerekir: Bir zinciri kırmak, bazen onu görünür kılmakla başlar. Biz, zincirlerimizi konuşmadıkça o zincirler hiç kopmaz. Bir infak, bir kardeşlik, bir dayanışma ekonomisi, bir vakıf, bir kooperatif… Yeter ki her biri “modern köleliği” besleyen bu düzenin kalbine ince bir hançer gibi saplansın…
Mustafa Özdemir Ağabey’in önderliğinde filizlenen Mehir Vakfı, Mehmet Koca Ağabey’in öncüsü olduğu Mavera Vakfı’nın vakur emekleri ve Bülent Yıldırım Ağabey’in yeryüzüne umut gibi yayılan İHH’sı; modern köleliğin görünmez zincirlerine saplanmış birer diriliş hançeri, insanı yeniden hür kılmak için çağın bağrına vurulmuş merhamet tokmağıdır…
Müslüman, insana hürmetin, şefkatin ve merhametin şiarıdır. Ve insanı köle yapan her sisteme karşı sözünü de eylemini de kuşanmalıdır. Tarihin bir yerinde Solon borç köleliğini kaldırdıysa, Medine’de bir cariye azat edildiğinde yeryüzünde zincirlerin sesi biraz daha az duyulduysa, bugünün Müslümanı da karanlık pavyonlardan atölye bodrumlarına, banka kredilerinden fabrikalara kadar her yere ışık taşımakla sorumludur…
Belki modern kölelik, eski kölelikten daha kurnazdır. Ama umut, adaleti hatırlatanlar kadar güçlüdür…
Ve bir gün, bu zincirsiz prangalar da kırılacaktır.
Çünkü insan, Allah’ın halifesidir; satın alınacak bir meta değil…