Size Annemi Yazıyorum ...  ANNEM!!

Size Annemi Yazıyorum ...  ANNEM!!

Ve sen ne bilirsin Anne nedir ! Anne

Bu makaleyi, annemin vefatından bir yıldan fazla bir süre önce kaleme alıp Aljazeera.net sitesinde yayımlamıştım: (https://aja.me/0hszag) Bugün, annemin Rahmet-i Rahman’a kavuşmasının üzerinden tam bir yıl geçti; 12 Temmuz 2023 tarihinde vefat etti. Bu yazı kendisine okunmuş, çok ağlamıştı; defalarca okunmasını isterdi. Kim bu satırları okuduysa gözyaşlarını tutamadı.

Bugün bu yazımı, kıymetli öğrencim Nida Sevinik’in Türkçeye çevirdiği şekliyle yeniden paylaşıyorum. Dilerim ki Türkiye’deki kardeşlerim ve bacılarım da okuyarak annesine karşı kusur edenler için güzel bir ibret olur. Sizlerden annem için rahmet ve mağfiret dilemenizi gönülden istirham ediyorum(.

 

Evet efendiler! O annedir! Ve siz ne bilirsiniz anne nedir! Sonra ne bilirsiniz anne nedir!!

"Ümm" kelimesi bir şeyin aslı ve kökü anlamına gelir. O olmadan senin hayatta varlığın bile olmazdı. Eğer asıl ya da kök giderse, açıkta kalırsın; zararlılara, hastalıklara, acılara ve sıkıntılara maruz kalırsın. Sığınacağın bir köşen, yaslanacağın bir dua kalmaz.

Anne, sınırsız bir fedakârlığın, karşılık beklemeksizin verilen bir adanmışlığın, karşılıksız cömertliğin, coşkun bir şefkatin ve sonsuz bir merhametin simgesidir!

Allah, kullarına olan merhametini tasvir etmek istediğinde, onlara annenin merhametini örnek göstermiştir. Onun merhametini, kullarına olan merhametinin bir ölçüsü yapmıştır. Nitekim Buhari’nin rivayet ettiği bir hadiste Ömer bin Hattab (r.a) şöyle anlatır:

"Peygamberimiz (s.a.v)'e esirler getirildi. Esirler arasında, göğsü sütle dolmuş bir kadın vardı. Sürekli çocuk arıyordu. Bir çocuk bulduğunda onu karnına bastırıyor ve emziriyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v) bize dedi ki: 'Bu kadının çocuğunu ateşe atacağını düşünür müsünüz?' Biz de dedik ki: 'Hayır, o buna gücü yettiği sürece çocuğunu asla ateşe atmaz.' Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: 'Allah, kullarına bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha merhametlidir.'"
Bakınız: "Allah, kullarına bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha merhametlidir" buyurmuştur; yani annenin merhametini, Allah’ın merhametine bir örnek olarak sunmuştur! Oysa Allah, misallerin en yücesine layıktır!

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), anneden üç defa bahsederken babadan bir defa bahsetmiştir. Bir adam Peygamberimiz'e gelip: "Ya Resulallah! Benim iyi arkadaşlığımı en çok kim hak eder?" diye sorduğunda, O şöyle buyurdu:
"Annen!"
"Sonra kim?"
"Annen!"
"Sonra kim?"
"Annen!"
"Sonra kim?"
"Baban!"
(Müslim, 2548)

Eşin seni olduğun gibi kabul etmeyebilir. Ona yıllarca iyilik yapsan da bir gün kötü davransan, "Senden hiç hayır görmedim" diyebilir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) de bu durumu haber vermiştir. Üstelik eşin sürekli ilgi, güzel sözler, hediyeler ve sevgi beklentisi içindedir.

Çocukların da seni olduğun gibi kabul etmeyebilir. Seni adeta bir para kaynağı gibi görürler. Onlara yaptığın fedakârlıkları hakları olarak kabul ederler, bir gün eksik yaptığında surat asar, seni kıracak sözler sarf edebilirler.

Arkadaşların seni olduğun gibi kabul etmeyebilir. Başına bir sıkıntı geldiğinde senden uzaklaşırlar. İyi tarafını severler, ama zayıf yönlerinle seni yalnız bırakabilirler. Sadık dostlar hariç – ki onlar da pek azdır!

Sadece annen seni olduğun gibi kabul eder.
Sende ne varsa sever. Sana sürekli dua eder, senin hayrını diler. Senin en mutlu, en zengin, en değerli insan olmanı ister. Karşılık beklemez, senden bir şey talep etmez. Tek beklentisi, yüzünde bir tebessüm görmek, mutlu olduğunu bilmektir.
Senden uzak olsa bile yakınında olmayı ister. Ona iyilik ettiğinde, dualarıyla seni sarar, rızasını seninle paylaşır, gözyaşlarına boğulur, kalbi sevinçle dolup taşar. Hatta ona kötülük etsen, onu incitsen bile seni affeder, kalbi kırılır ama sana darılmaz. Seni yeniden kucaklamayı umut eder...

İşte bu annedir efendiler! Ve sen ne bilirsin anne nedir!

Allah, anne rızasını kendi rızasına bağlamıştır. Cenneti annelerin ayakları altına sermiştir. Ona cennette bir kapı ayırmıştır. Onun evladına ettiği dua kabul edilir!

Seninle geceleri uykusuz geçirir, seni emzirir, kendi eliyle yedirir. Vücudunu temizler, sana en güzel kıyafetleri giydirir. Seni göğsünde taşır, kucağında yatırır, ninniler söyler, seni uyuyana kadar sallar...
Sence ondan daha merhametli, ondan daha şefkatli biri var mı?

Anne, sen yemeden yemez, sen içmeden içmez, sen uyumadan uyumaz, sen rahat etmeden rahat etmez. Seninle hastalanır, seninle iyileşir. Seninle üzülür, seninle sevinir.
Bu kadar güçlü bir sevgi ve asil bir duyguyu taşıyan başka biri olabilir mi?
O zaman, onu ihmal etmeyi ya da ona sırt çevirmeyi nasıl haklı gösterebilirsin? Hele ki ona karşı gelmeyi, onu incitmeyi?

 

Annemi duydun mu hiç?
Bu söz tüm anneler için geçerli olabilir, peki ya benim annem? Onun hayatı, fedakârlığı, sevgisi ve çektiği çileler ne olacak? Annem ki, birçok kadında dağılmış olan güzellikleri bir arada toplamış; kadında ender rastlanan nitelikleri hem bir abla, hem bir eş, hem bir anne olarak bünyesinde barındırmış... Katlandığı zorluklar karşılıksız kalmış, yaptığı iyilikler ödenememiştir!

Kendime şimdi şunu soruyorum: Neden insanlar hakkında – hele ki anne ve babalarımız hakkında – genellikle vefat ettikten sonra yazarız? Neden onlar hayattayken yazmayız ki? Oysa hayattayken yazmak, onlara iyilik etmek için daha uygun olur, onları sevindirmeye daha yakın olur, Allah’ın rızasına ve cennete daha layık olur, değil mi?
İşte bu yüzden kaleme sarıldım; size annemden, hâlâ hayattayken, bahsetmek istedim.

Adı (Zinet Atıyye Selâme)’dir – bazı insanlar annesinin veya eşinin ismini söylemekten çekinir ama bu İslam’dan değildir – ve bu isim tam da ona layıktır: Zira o hâlâ “hayatımızın zineti”, “

Allah’ın bize verdiği bir armağan”dır. Onun emeği, duası ve rızasıyla Allah bizi birçok sıkıntıdan korudu, birçok umudu gerçekleştirdi.
İzin verin size annemin haberini, hikâyesini, fedakârlığını ve mücadelesini anlatayım.

Her kız babasıyla gurur duyar denir, ama şüphe yok ki her erkek de annesiyle gurur duyar. Ve ben şahidim ki anneme hayranım, onu çok seviyorum, ona kalpten bağlıyım, Allah’a olan sevgimi onun sevgisiyle sunuyorum. Tüm anneleri seviyorum, ama kendi annemi özellikle daha çok seviyorum!

Annem, babası henüz o küçükken vefat eden bir ailede büyümüş. Evdeki tek büyük kız olarak erkek kardeşlerine sahip çıkmış, onların geçimini üstlenmiş. Onları sevmiş, onlara kol kanat germiş, çalışıp onları desteklemiş.

Evlendikten sonra da eşiyle – yani rahmetli babamla, Allah rahmet etsin, kabrini nurlandırsın – omuz omuza hayatı birlikte taşıdı. Tarlada beraber çalıştı: Ekti, biçti, baktı, sattı… Sonra da evin bütün yükünü tek başına sırtlandı.

Bir kolunda bebek, karnında başka bir çocuk, diğer koluyla 80 kiloyu bulan yükleri başında taşıdı… Böylece hem yemek yer, hem pazara giderdi!

Kendi rızkını ararken, kocasına da sadakat gösterdi: Ne canında, ne malında, ne çocuklarında onu asla yalnız bırakmadı. Kocasına karşı içi dışı birdi. Ondan asla bir görüşü gizlemedi, bir kuruşu bile saklamadı. Hep gelirini, giderini, aldığını, verdiğini, borcunu, alacağını anlatırdı.

Annem, uzun ve bereketli hayatında 13 çocuk dünyaya getirdi. Beşi – ve babam – vefat etti: İlk çocuk düşükle kaybedildi, ikinci (ilk oğlanın ikizi), üçüncü ve dördüncü hastalıkla vefat etti. Babam da hastalıkla göçtü. Son olarak küçük oğlu Asım da, keder ve acıyla vefat etti.
Tüm bu kayıplara rağmen annem sabırla dayandı, teslimiyetle kabullendi. Gözyaşları içinde kalbi eridi ama yüzünde hep rıza vardı. Allah hepsine rahmet etsin, derecelerini âli eylesin!

Annem razı olduğunda, bütün dünya razı olmuş gibi hissederim. Gülümsediğinde, sanki kâinat gülümser. Üzüldüğünde ise hayatın yüzü kararıp kasvet çöker.

Benim annem – ki okuma yazma bilmez, okul da okumamıştır – nice erkeklerin sahip olamadığı akıl olgunluğuna, güzel görüşlere, zor anlarda doğru kararlar vermeye sahiptir.
Bu özellikler ona Allah’ın bir lütfudur. Çünkü hayatın çok çalkantısını görmüş, birçok zorlukla mücadele etmiş, türlü türlü hâl ve şartları yaşamış, nice acılardan geçmiştir.
Zira hayat, insanın okullarda öğrenemeyeceği nice dersleri öğreten bir okuldur.





Üniversiteden doktoraya kadar annemden uzakta

Mısır’ın Kafr eş-Şeyh iline bağlı Baltim şehrindeki “Şehit Celaleddin Desuki Lisesi”nden mezun olduktan sonra, “ikinci annem” saydığım Kahire Üniversitesi’ne bağlı Daru’l-Ulum Fakültesi’ne yöneldim. Orada, maddi imkânsızlıklar nedeniyle aylarca öğrenci yurdunda kalıyor, yol masrafı yerine kitap almak için para biriktiriyordum. Bu yüzden annemi ancak iki ya da üç ayda bir görebiliyordum. Oysa arkadaşlarım her hafta sonu ailelerinin yanına gidiyordu. Bu durum annemde bana karşı büyük bir özlem ve hasret oluşturuyor, beni görünce sevdiğim her şeyi hazırlamak için büyük bir heyecan duyuyordu. Bu da, bazı kardeşlerimin hoşnutsuzluğunu çekiyordu. Oysa bilmezler ki annenin en çok sevdiği evladı; küçük olan büyüyene kadar, hasta olan iyileşene kadar ve gurbette olan da geri dönene kadardır. İşte ben, onun gözünde hep “uzakta ama yüreğinde yaşayan evlat” oldum ve öyle kalmaya devam ediyorum.

Üniversiteyi bitirdikten sonra fakültede İslam Hukuku (Şeriat) bölümüne yüksek lisans öğrencisi olarak kaydoldum. Hazırlık yılını başarıyla tamamladım ve ardından “İslam Hukukunda Zorlama (Cebr) Teorisi” başlıklı tezimi yazmaya başladım. Altı yıl süren zorlu bir araştırma sürecinden sonra tez savunma günü gelip çattığında, annemin, babamın, kardeşlerimin ve köyümden bazı yakınlarımın yanımda olması beni çok mutlu etmişti. Bunca yıllık emeğimin en önemli amacı, annemi sevindirmek, ona iyilik etmek ve bu özel günde kalbine sevinç yerleştirmekti.

Ancak savunma sırasında jüri üyelerinin yaptığı – alışıldık ve bilinen – eleştiriler annemin moralini bozdu, endişelendi, içine bir hüzün çöktü. Ta ki sonuç açıklandığında:
"Jüri, öğrenci Vasfi Aşur Ali Ebu Zeyd’e İslam Bilimleri alanında, İslam Hukuku dalında yüksek lisans diplomasını ‘pekiyi’ dereceyle vermeye karar vermiştir"
denilene kadar. O an annemin yaşadığı sevinç öyle büyüktü ki, sanki tüm köye pay edilse herkesi mutlu etmeye yeterdi! Yüzündeki parıltı, gözlerindeki sevinç yaşları, jüri üyelerine ettiği içten dualar, yaşlı annelerin duasıydı…
O büyük günde anneme yapmayı arzuladığım iyiliği Allah bana nasip etti ve onun gönlünü hoşnut etmeyi başardım.



Vadi en-Natrun Hapishanesinde

Bu dönemde, yüksek lisansımı tamamladıktan hemen sonra, 2006 yılında Mısır’daki seçim sahtekârlığını ifşa eden hâkimlerin yanında yer aldım. Bu hâkimler görevlerinden azledilmişti ve Mübarek rejimi onlara bu şekilde gözdağı vermek istiyordu. Ben de bu süreçte Kahire şehir merkezindeki Adalet Sarayı önünde tutuklananlar arasında yer aldım. O gün tutuklananlar arasında merhum Dr. Muhammed Mursi ve Dr. İsam el-Aryan da vardı – Allah her ikisine rahmet etsin, günahlarını bağışlasın.

Tutuklandıktan sonra üzerimizdeki elbiseler zorla çıkarıldı, işkence ve aşağılamaya maruz kaldık. Sonunda Vadi en-Natrun Hapishanesi’ne götürüldük. Bu cezaevine ilk giriş günümüz bir cuma günüydü. O gün ben cuma hutbesini okudum. Hutbemin konusu şu ayetlerdi:

“Şüphesiz Firavun yeryüzünde azdı ve halkı fırkalara ayırdı. Onlardan bir grubu güçsüz düşürerek, erkek çocuklarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Şüphesiz o bozgunculardandı. Biz ise, yeryüzünde hor görülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak, onları mirasçılar kılmak, onları yeryüzünde yerleştirmek istiyoruz ve Firavun’a, Hâmân’a ve askerlerine, korktukları şeyi göstermek istiyoruz.”
(Kasas Suresi, 4-6)

Bu hutbe hapishane müdürünün ve yönetiminin hoşuna gitmedi, bu yüzden beni çağırdılar. Aramızda detayına burada giremeyeceğim tatlı bir diyalog yaşandı.

Bir gün ziyaretçim olarak annemle babamı gördüğümde çok şaşırdım. Yüzlerindeki hüzün, keder ve endişeyi tarif etmem mümkün değil – özellikle de annemin yüzündekini. Onları neşelendirmek için şakalar yapmaya, sohbetle onları teselli etmeye çalıştım, ta ki ziyaret süresi dolana kadar.

Sonra, “Yüksek Devlet Güvenliği Davası” adı altında sahte bir dosya gerekçesiyle serbest bırakıldım. Hakkımda tam 11 suçlama vardı – her biri idamla sonuçlanabilecek türdendi!

Tutukluluğumun ardından Kuveyt’e giderek orada büyük hocamız Dr. İsam el-Beşir’in başkanlığını yaptığı Küresel Vasıta Merkezi’nde çalışmaya başladım. Bu da annemden uzak kalmamı daha da artırdı. Ona olan özlemim derinleşti, onun bana olan özlemi katlandı. Bu sırada doktoramı “Cüz’i maksatlar ve fıkhî istidlale etkisi” konusunda kaydettirmiştim.

Mısır’ın hüzünlü büyük devrimi 25 Ocak 2011'de patlak verdikten üç ay sonra, Daru’l-Ulum’un kucağında doktoramı savundum. O gün de annem babamla birlikte yanımdaydı. Sonuç açıklandığında “birincilikle şeref derecesi” aldığımı duyduklarında, onların sevinçlerini, benimle duydukları gururu ve bana olan hoşnutluklarını size anlatmam mümkün değil.



Temmuz 2013 Olaylarından Sonra

Mısır’da 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen askeri darbenin ardından Kasım ayının sonlarına ve Aralık 2013’ün başlarına kadar Mısır’da kaldım; direndim, karşı koydum ve etkinliklere katıldım. Ancak şartlar ağırlaştı, tehlike bana yaklaştı ve bu yüzden Türkiye’ye hicret ettim. Hicretimde, Allah’ın vadettiği “çokça çıkış yolu ve genişlik”i buldum ve bu vesileyle imanım arttı – daha önceki bir makalemde bunu yazmıştım.

Ancak bu hicretim sırasında kız kardeşim, dayım ve ardından babam vefat etti!

Anneme sürekli olarak, babamla birlikte beni ziyarete gelmesini söylüyordum – nasıl ki anne babalar gurbetteki evlatlarını ziyarete giderler. Ama o, babam hayattayken evinden başka bir yere gitmeye razı olmuyordu; hele ki seyahate hiç. Babam 12 Ocak 2018’de vefat ettiğinde (Allah ona rahmet etsin, ondan razı olsun), annem iddet süresini tamamladıktan sonra kendisiyle duygusal bir konuşma yaptım ve bu onu seyahate ikna etti.

Annemle İstanbul Havalimanı’nda ben ve ailem büyük bir sevinçle buluştuk. 2019 yılında bizimle tam 4 ay 10 gün kaldı. Tüm yoğunluğuma rağmen kendimi ona ayırdım. Bizimle birlikte en güzel yemeklerden yedi, içti. Eşim (Allah ondan razı olsun) ona en güzel şekilde hizmet etti. Annem bizimle öylesine mutluydu ki bir gün bana şöyle dedi: “Bu günler ömrümden sayılmaz!”

Ona yemek yediriyor, meyve ve içecekleri yanına getiriyor, ellerini yıkaması için su ve sabun hazırlıyor, sonra ayaklarını geniş bir kapta ılık suyla yıkayıp kuruluyor ve öpüyordum. Sağlık durumunu iyileştirmeye, tedavisine yardımcı olmaya çalışıyordum. Hatta kutsal topraklarda yaşayan bir kardeşimiz, onun ve babamın adına hac yapılması için birilerini görevlendirdi. Tüm bunlar – ki aslında az bile – ona olan vefamın, fedakârlıklarının bir karşılığı ve bir nebze olsun hakkını ödemek içindi.

Annem 18 Ağustos 2019’da Mısır’a döndü… ama kalbimi yanında götürdü ve hâlâ da orada!

Sonrasında Allah onu şeker hastalığı sebebiyle ayaklarında "kangren" ile imtihan etti. Bu durum sol bacağının kesilmesine sebep oldu, sağ bacağı da aynı kaderle karşı karşıya! Artık yatağa bağımlı hale geldi. Sonra da 37 yaşındaki oğlu Asım, 22 Ocak 2023’te vefat etti. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!

Annemle hâlâ modern iletişim araçlarıyla görüşüyoruz. Bu büyük musibetler karşısında ondan yalnızca sabır, tevekkül, teslimiyet ve huzur görüyorum. Allah’ın ona verdiği ömürle bizi hâlâ onurlandırıyor; onun hoşnutluğu bizi kuşatıyor. Hayatın zorlukları onun içten duasıyla kolaylaşıyor:
“Git oğlum, Allah seni insanlara sevdikçe sevdirecek…”
“Allah’ım sana öyle versin ki insanlar hayret etsin!”
“Rabbim sana iki eliyle versin evladım, derecelerini yükseltsin!”
“Sen benim gözümün nuru, Rabbim sana genişlik versin, eşinle çocuklarınla bereketli kılsın!”

Acaba… Allah onun ve benim ömrümü uzatır, bize sağlık ve afiyet verir, onu tekrar bana, beni ona kavuşturur mu? Belki de yakındır… Zira O, “Ol” der ve oluverir.
"Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl yetiştirdilerse, sen de onlara merhamet et."
(İsrâ Suresi, 24)




Diğer Yazıları

Arefe Günü ve Aksa Tufanı

Arefe Günü ve Aksa Tufanı

  • 04.06.2025 / 17:25

Yorum Yaz