Zelzele Hâli ve Gazze: İnsanlığın Vicdanını Sarsan Büyük İmtihan

Zelzele Hâli ve Gazze: İnsanlığın Vicdanını Sarsan Büyük İmtihan

 

1) Kur’ânî Giriş: “Zelzele” Eşiği

İnsanın yüreğinde öyle anlar vardır ki, toprak ayaklarının altından çekiliyormuşçasına bir sarsıntı hisseder; dilindeki kelimeler, zihnindeki kavramlar ve kalbindeki sabır bir anda sınanır. Kur’ân, bu eşiği “zelzele” kelimesiyle anlatır: yalnızca yerin titremesi değil, insanın bütün varlığının imtihanın ağırlığıyla sarsılması… Bakara Sûresi’nin 214. âyetinde bu hal, iman yolcularının geçmişlerinden bugüne uzanan ortak kaderi olarak resmedilir:

“Yoksa sizden öncekilerin başına gelenler sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle sıkıntılar ve zorluklar dokundu, öyle sarsıldılar ki nihayet resul ve beraberindeki müminler ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ dediler. Dikkat edin! Allah’ın yardımı yakındır.”

Bu âyet, iki büyük ufuk açar: Biri hakikatin, diğeri yolculuğun ufku. 

Hakikatin ufku şudur: İman, göklerden bir lütuf olarak kalplere iner, ama yeryüzünde sınanır; söz olarak başlar, hal olarak derinleşir, bedel ödenerek kemale erer. 

Yolculuğun ufku ise şudur: Bu sınav, kişisel bir serüven değildir; peygamberlerin ve onların izinden gidenlerin ortak yürüyüşüdür. “Zelzele” bu yürüyüşün zirve eşiğidir: sabrın nefesinin daraldığı, “ne zaman?” sorusunun dudaklara geldiği, ama imanın köklerinin daha da derine indiği an.

Âyetin dili sert değil; bilakis şefkatle uyarır ve teselli eder. Çünkü “zelzele” bir kopuş değil, bir uyanıştır: insanı taşıdığı davanın ağırlığına ve kendi acziyetinin sınırlarına tanık kılar. İşte bu tanıklık, “yardım ne zaman?” sorusunu şikâyet olmaktan çıkarıp yakarışa dönüştürür. Yardımı geciktiren, kudretin eksikliği değil, imtihanın hikmetidir; bekleyiş uzadıkça kalbin gözleri açılır, değerler berraklaşır, saflar belirginleşir.

Zelzele”nin bir başka yönü vardır: Toplulukların bilincini terbiye etmesi. İmtihan, bireyin kalbini olduğu kadar ümmetin ve insanlığın ortak bilincini de sallar. Ne dereceye kadar sabredecek?  Hangi mazlumun sesiyle kendi sesini birleştirecek, hangi bedeli ödemeye razı olacak? Kur’ân’ın bu anlamı bireyin sınırlarında durmaz,ümmetin ve tarihin bilincine ulaşır; “yardım yakın”dır ama yakınlık, takvim yapraklarının hızına değil, hakka sadakatin istikrarına bağlıdır.

İşte burada “zelzele” kelimesi, dille söylenen soyut bir kelimeden ibaret  değildir.Bu kelime; sabrı kuşanan, şahitlikte bulunan ve sebat eden nesiller yetiştirir. Bununla sabır denenir, şahitlik inşa edilir ve azim kökleşir.

Bu Kur’ânî çerçeve bize şunu hatırlatır: “Zelzele” hale yüklenmiş bir kelime değil, hallerimizi eğiten bir hakikattir. Yeryüzündeki her büyük adalet davası, bu eşikten geçmiştir; geçmeye de devam edecektir. Ve her defasında aynı sır fısıldanır: “Allah’ın yardımı yakındır.” Yakındır; çünkü mazlumun gözyaşı, göğü titreten bir duadır. Yakındır; çünkü zulmün ömrü, hakikatin karşısında uzayamaz. Yakındır; çünkü sabır, imanın en derin nefesidir; nefesini tutan kazanmaz, nefesi Hak’tan alan kazanır.

Bugün, bu âyetin ruhunu anlamak, yalnızca bir tefsir cümlesi kurmak değildir; çağımızın en ağır imtihanlarına, yüreğimizin en derin yerinden cevap vermektir. “Zelzele”yi anlamak, yalnızca sarsıntıyı hissetmek değil; sarsıntının içinden doğrularak ayağa kalkmak, mazlumun yanında saf tutmak, karanlığa karşı meşaleyi yakmaktır. Çünkü hakikat, sabrın içinde büyür; zafer, imanın içinde olgunlaşır; tarih, şahitliğin içinde yazılır.

Bu yüzden, Bakara 214 bize iki şeyi aynı anda emanet eder: birincisi, sarsıntı karşısında dağılmayan bir kalp; ikincisi, geciken yardımı hızlandıran bir sebat. Zira Allah’ın vaadi, tembelliği değil, teyakkuzu sever; sükûtu değil, hikmetli sözü; yılgınlığı değil, insafa çağıran cesareti… “Zelzele”nin mektebinde yetişenler, tarihin ağırlığını omuzlarında taşırken, göğün tesellisini de yüreklerinde taşırlar. Onlar bilirler ki, “ne zaman?” sorusunun en sahih cevabı, “şimdi” diye harekete geçenlerin amelinde gizlidir.

 

2) Gazze’de Zelzelenin Somut Gerçekliği: Açlık, Kuşatma, Sürgün ve Yok Oluş

Gazze… Bir şehrin adı değil yalnızca; insanlığın kalbine kazınmış kara bir imtihanın adı. Onun ufuklarını örten duman, sadece yıkılan binalardan değil, sönen umutlardan yükseliyor. Kur’ân’ın bahsettiği “zelzele” halinin bugün en çıplak, en yakıcı tecellisi işte burada yaşanıyor.

Gazze halkı, aylarca süren bir açlık ve susuzluk cenderesinde kıvranıyor. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı’nın (WFP) verilerine göre, Gazze nüfusunun %90’ından fazlası ağır gıda yetersizliği ile karşı karşıya. Çocukların mideleri, yalnızca açlığın değil, adaletsizliğin de sancısıyla kıvranıyor. UNICEF raporlarına göre, beş yaş altındaki çocukların yarısından fazlası akut yetersiz beslenme tehdidi altında. Açlık, artık bir istatistik değil; her gün biraz daha solan gözlerin, çığğı boğazda düğümlenen annelerin, süt bulamadığı için bebeğini kucağında kaybeden babaların hikâyesidir.

Su… Hayatın kaynağı olan o berrak damlalar, Gazze’de ölümle yarışıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) rapor ediyor: kişi başına düşen günlük temiz su miktarı 3 litreye kadar düşş durumda. Oysa sağlıklı yaşam için minimum miktar 50 litredir. Bu rakamlar yalnızca bir tablo değil, çocuğuna bir yudum su bulamadığı için gözleri kan çanağına dönen annelerin gerçeğidir.

Kuşatma… Dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olan Gazze, artık nefes almanın bile suç sayıldığı bir diyardır. 2,3 milyon insan, daracık bir alanda, insansız hava araçlarının gölgesi altında yaşam savaşı veriyor. Okullar, hastaneler, camiler, üniversiteler; hepsi hedef alınmış durumda. BM verilerine göre, 500’den fazla okul ve eğitim kurumu ya tamamen yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. Eğitim hakkı, enkaz altında kalmış bir hayal gibi.

Sürgün… Yerinden edilmiş insanların sayısı, Gazze’nin toplam nüfusunun yarısını aşıyor. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) verilerine göre, 1,7 milyon insan evlerinden koparıldı. Çocuklar, bir sabah annelerinin elinden tutarak çıktıkları evlerine bir daha dönemiyor. Yaşlılar, ömür boyu namaz kıldıkları mescidin taşlarına veda ediyor. İnsan, yurdundan koparıldığında yalnızca evini değil, hafızasını da kaybediyor.

Yok oluşİnsanlığın ortak vicdanını paramparça eden şey, sadece ölümün sayısı değil, ölümün biçimidir. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’na göre, yalnızca birkaç ay içinde 100’den fazla gazeteci öldürüldü. Oysa onlar, uluslararası hukuka göre dokunulmaz kabul edilen, “hakikatin tanıkları”ydı. Sağlık Bakanlığı verileri ise ürpertici: 30 binden fazla şehit, bunların yarısından fazlası kadın ve çocuk. Bu tablo, sıradan bir savaşın değil, planlı bir soykırımın resmi değil midir?

Ve bütün bunların ortasında, Gazze halkı hâlâ ayaktadır. Çocuk, açlıktan titreyen dudaklarıyla “Allahu ekber” diye fısıldıyor. Kadın, evinin enkazından aldığı taşla direnişi simgeleyerek; “Biz yıkılmayız” diyor. Yaşlı, yıkılan mescidin kapısına oturup Kur’ân okuyor. Onlar, zelzelenin en derin noktasında bile sabrı ve direnişi seçiyor. Çünkü bilirler: zulmün ömrü kısadır, imanın nefesi ise sonsuz.

Bugün Gazze, Kur’ân’daki “zelzele”nin yaşayan bir tefsiridir. Onların açlığı, bizim tok gözlülüğümüzü; onların susuzluğu, bizim suskunluğumuzu; onların sürgünü, bizim yerleşikliğimizi; onların ölümü, bizim hayatımıza bakışımızı sarsıyor. Gazze’deki her çocuk, insanlığın vicdanına soruyor: “Ne zaman?” Ne zaman kalkacaksınız? Ne zaman ses vereceksiniz? Ne zaman zulme dur  diyeceksiniz?

 

3) Dünyanın Sessizliği ve İhaneti: İslâm Âlemi ve Batı’nın Büyük İmtihanı

Gazze’nin yanan gökleri altında çocuklar can verirken, dünya sessiz… Toprağa düşen her beden, yalnızca bir insan değil, aynı zamanda insanlığın onurudur. Ama bu onur, başkentlerin ışıklı salonlarında susturuldu. Bu çağda, en büyük “zelzele” belki de bombaların değil, sessizliğin yankısıdır.

İslâm Âleminin Sessizliği: Ümmetin kalbi, Gazze’nin çığğıyla titremesi gerekirken, pek çok İslâm ülkesinde bu çığlık yalnızca kulaklara çarpıp duvarlardan geri döndü. Petrol gelirleriyle övünen ülkeler, silah stoklarıyla gururlanan ordular, saraylarda yankılanan nutuklar… ama Gazze’nin çığğına ilaç olamadı. Bu suskunluk, sadece siyasi bir tercih değil, ümmetin vicdanında açılmış derin bir yaradır.

Resmî açıklamalara bakıyoruz: Birçok Arap ülkesinin dışişleri bakanlıkları “endişe” ve “kaygı” bildirmekten öteye geçemedi. Oysa sahada, yüz binlerce kadın ve çocuk açlıkla, susuzlukla, bombalarla mücadele ediyordu. Gazze’nin yanındaki kapılar kapalı tutuldu, ilaçlar sınırda bekletildi, ambulansların geçişi saatlerce, günlerce engellendi. Bu, tarihin kaydedeceği en büyük ihlâldir: kardeşlerin kardeşine sessiz ihanetidir.

Batı’nın Çifte Standardı: Batı dünyası ise, insan hakları, demokrasi ve özgürlük kavramlarını dilinden düşürmeyen o büyük güçler, Gazze’de kanayan yaraya karşı sadece çifte standartlarını sergiledi. Amerika Birleşik Devletleri, yalnızca diplomatik destek vermekle kalmadı; İsrail’e milyarlarca dolarlık silah yardımı yaptı. Pentagon verilerine göre, 2023-2024 döneminde İsrail’e gönderilen askeri yardım 14 milyar doların üzerine çıktı. Bu rakam, Gazze’deki yıkımın tanklara, uçaklara, bombalara dönüşmesidir.

Avrupa Birliği ülkelerinin çoğu da aynı sessizlik veya yanlı tarafgirlikle hareket etti. Bir yandan Ukrayna için ayağa kalkan parlamentolar, diğer yandan Gazze için kör ve sağır kesildi. Londra’dan Berlin’e, Paris’ten Washington’a uzanan bu ikiyüzlülük, insanlığın vicdanını örten kara bir perde gibiydi. İnsan haklarını evrensel değer olarak savunanlar, Gazze söz konusu olunca “güvenlik” bahanesiyle zalime alkış tuttular.

Uluslararası Kuruluşların Aczi: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, onlarca toplantı yaptı; ama her defasında Amerika’nın vetosu ile veto mekanizması, mazlumun kanını kurutacak kararlara set çekti. Uluslararası Adalet Divanı, soykırım davası açılmasını kabul etti, fakat süreçler ağır ilerliyor. O sırada her geçen gün, onlarca çocuğun daha canına mal oluyor. Bu durum, uluslararası sistemin ne kadar adaletsiz, ne kadar çürük temellere dayalı olduğunu gözler önüne seriyor.

BM Genel Sekreteri António Guterres’in şu sözü kulaklarda çınlıyor: “Gazze bir mezarlığa dönüştü.” Ama bu mezarlık, sadece insanların değil, aynı zamanda uluslararası hukukun da gömüldüğü bir mezarlık oldu.

İhanetin Yüzü: Gazze’deki bu soykırım, yalnızca İsrail’in suçlarıyla değil, aynı zamanda dünyanın suskunluğu ve işbirliğiyle mümkün oldu. Bu işbirliği, bazen silah sevkiyatlarıyla, bazen medya manipülasyonlarıyla, bazen de kapalı sınır kapılarıyla gerçekleşti. Tarih, bu ihanetleri unutmamak üzere kaydediyor. Çünkü mazlumun yanında yer almayan her güç, zalimin yanında yer almış demektir.

Bugün Gazze, yalnızca İsrail’in füzeleriyle değil, ümmetin sessizliği ve Batı’nın çifte standardıyla da kuşatılmıştır. Bu, İslâm âleminin büyük imtihanıdır: kardeşlik söyleminin gerçek olup olmadığı, ümmet bilincinin canlı mı yoksa ölü mü olduğunun sınavıdır. Aynı zamanda Batı’nın da büyük imtihanıdır: insan haklarının gerçekten evrensel olup olmadığı, yoksa yalnızca siyasi çıkarların perdesi mi olduğu sorusunun cevabı burada saklıdır.

 

4) İnsani Sorumluluk ve Direniş Çağrısı: Türkiye, Endonezya, Malezya ve Pakistan’ın Öncülüğü

Gazze’de yankılanan çığlık, sadece Filistin’in değil, tüm insanlığın vicdanını imtihana çağırıyor. Bu çağrıya kulak vermek, yalnızca duygusal bir dayanışma değil; ahlâkî, siyasî ve tarihî bir zorunluluktur. Çünkü Gazze’nin kaderi, insanlığın kaderiyle iç içe dokunmuştur. Zulme sessiz kalmak, zulmün yanında saf tutmaktır; mazlumdan yana olmak ise tarihin onurlu sayfalarına adını yazdırmaktır.

Yeni Bir Koalisyonun Zarureti: Bugün dünyanın büyük güçleri, çıkarlarının gölgesinde insanlığın en temel değerlerini unuttu. BM Güvenlik Konseyi’nde alınamayan kararlar, vetoların ardında çürüyen adalet, artık ümmetin ve özgür dünyanın kendi yollarını araması gerektiğini gösteriyor. Bu noktada yeni bir insanî koalisyonun zarureti doğmuştur.

Türkiye, Endonezya, Malezya ve Pakistan… Bu dört ülke, tarihleri, nüfusları, İslâm dünyasındaki meşruiyetleri ve halklarının Gazze’ye duyduğu derin sevgi ile bu koalisyonun doğal öncüleri olabilir. Onların ortak ses çıkarması, sadece siyasî değil, ahlâkî bir sarsıntı yaratacaktır. Çünkü dünya, adaletin sadece Batı başkentlerinden değil, Doğu’nun vicdanından da yükselebileceğini görmelidir.

Türkiye’nin Öncü Rolü: Türkiye, tarih boyunca mazlumların yanında duruşuyla bilinmiştir. Çanakkale’de emperyalizme karşı yaktığı direniş meşalesi, bugün Gazze’nin karanlığını aydınlatacak güçtedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM kürsüsünde dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür” sözü, bugün Gazze için yeniden yankılanmalıdır. Türkiye’nin diplomatik ağı, insani yardım tecrübesi ve güçlü toplumsal desteği, bu koalisyonun omurgasını teşkil edebilir.

Asya’nın Vicdanı: Endonezya ve Malezya: Endonezya, dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi olarak, halkının sokaklara taşan Gazze dayanışmasıyla tarihin şahitliğini yapıyor. Jakarta meydanlarını dolduran milyonların ellerindeki Filistin bayrakları, yalnızca bir sembol değil; ümmetin kalbinin Doğu’da hâlâ canlı olduğunun işaretidir.

Malezya da yıllardır Filistin davasını siyasî gündeminin merkezinde tutmuş, insani yardım ve diplomatik destek kanallarını hiç kapatmamıştır. Kuala Lumpur’da yükselen sesler, sadece bölgesel değil, küresel bir yankıya dönüşme potansiyeli taşımaktadır.

Pakistan’ın Stratejik Gücü: Pakistan, cihad tarihi ile  sahip olduğu askerî kapasite ve tarihî bağlarıyla bu koalisyonun stratejik gücünü temsil eder. Halkının Gazze için ayağa kalkışı, yöneticilerin atacakları adımlara kuvvet katmaktadır. Lahor’dan Karaçi’ye kadar yükselen dualar, İslâm ümmetinin Gazze’yle kalbî bağının en samimi ifadesidir.

İnsani Bir Seferberlik: Bu koalisyon, yalnızca diplomatik açıklamalardan ibaret kalmamalıdır. İnsani yardımların engelsiz ulaştırılması, savaş suçlarının belgelenmesi, uluslararası mahkemelerde davaların hızla açılması ve en önemlisi de siyasî baskının artırılması için müşterek bir seferberlik başlatılmalıdır. Ortak fonlar, ortak medya stratejileri, ortak diplomatik hamleler… Bunlar, Gazze’nin yalnız olmadığını gösterecek somut adımlar olabilir.

Tarihe Not Düşmek: Bugün Gazze için kurulacak böyle bir ittifak, sadece Filistinlilerin değil, tüm insanlığın onurunu savunacaktır. Tarih, bu adımı atan liderleri “zulme karşı duran yiğitler” olarak yazacaktır. Ve tarih, sessiz kalanları da “soykırımın ortağı” olarak kaydedecektir.

Çünkü Gazze’de yaşanan, yalnızca bir coğrafyanın trajedisi değildir. Bu, insanlığın vicdanını yoklayan küresel bir zelzeledir. Bu zelzeleden onurla çıkanlar, tarih boyunca hürmetle anılacaktır. Bu zelzeleden ihanetle çıkanlar ise, karanlık sayfalarda lanetle yer bulacaktır.

Bu istekler siyasi bir konfor değildir. Bütünüyle insanlığın vicdanının yanında  bir duruştur.

 

5) İsrail’in Kaçınılmaz Sonu ve Tarihin Şahitliği

Tarih, zalimlerin geçici ihtişamını ve mazlumların kalıcı direnişini yazan büyük bir defterdir. Firavun’un sarayları Nil’in dibinde yok oldu, Nemrud’un kuleleri toza dönüştü, Roma’nın ihtişamı enkazla örtüldü. Zulümle yükselen her güç, eninde sonunda kendi kibriyle yıkıldı. İşte bugün İsrail de aynı akıbetin yolunda yürümektedir.

Geçici Gücün Aldatıcı Parıltısı: İsrail, Amerika’nın silahlarıyla, Batı’nın sessizliğiyle, bölgesel ihanetlerin örtüsüyle ayakta duruyor gibi görünmektedir. Tankları, uçakları, bombaları… Hepsi, zalimin gücünü büyütmek için birer araçtır. Fakat bu araçlar, tarihi yazmaz; tarihi yazan, halkların sabrı ve hakikatin ısrarıdır. Bugün Gazze’nin yıkıntıları arasında oynayan çocuk, yarın bu yıkımı yeni bir dirilişin harcına dönüştürecektir.

Zulmün Ömrü: Tarih bize gösteriyor ki zulmün ömrü kısadır. Ne kadar uzun sürerse sürsün, zulmün kendisi kendi sonunu hazırlamaktadır. Filistin’de işlenen cinayetler, yalnızca orada yaşayanların değil, tüm dünyanın kalbinde bir hafıza inşa etmektedir. Bu hafıza, İsrail’in adıyla birlikte daima soykırım, katliam, zulüm kelimelerini hatırlatacaktır.

Bugün İsrail, “güvenlik” adına şehirleri yıkıyor, çocukları öldürüyor, insanlığı açlığa mahkûm ediyor. Fakat bu zulüm, güvenliği değil, nefretin büyümesini getiriyor. Bu nefret, yalnızca Filistinlilerin değil, tüm insanlığın vicdanında derinleşiyor. İşte bu nefret, zalimin sonunu hızlandıran bir tarihi yasa gibidir.

Tarihin Şahitliği: Tarih, insanlığın büyük mahkemesidir. Orada sahte belgeler, manipüle edilmiş haberler, güçlülerin baskısı işlemez. Tarih, çıplak gerçeği yazan dürüst bir kalemdir. Bu kalem, Gazze’nin şehitlerini “masum kurbanlar” olarak, İsrail’in yöneticilerini ise “soykırımın failleri” olarak kaydetmektedir.

Bir gün gelecek, bugün sessiz kalan liderler, bugün mazluma sırtını dönenler, tarih kitaplarında ihanetin sembolleri olarak anılacaktır. Buna karşılık Gazze’nin direnişini savunan, Gazze’ye dili, malı ve canı ile destekleyenler  tarihin onurlu sayfalarına altın harflerle yazılacaktır.

İsrail’in Kaçınılmaz Çöküşü: Hiçbir zulüm, ilelebet sürmez. Gücün sarhoşluğu, zalimi bir anlığına güçlü kılsa da, hakikatin sabrı sonunda zaferi getirir.Yapay bir devlet olan İsrail’in bugünkü ihtişamı, Roma’nın ihtişamı gibidir; bir gün tozla örtülecektir. Çünkü tarih, zalimin kibriyle değil, mazlumun duasıyla ilerler.

Gazze’de bir annenin gözyaşı, tarihin akışını değiştirecek kadar güçlüdür. Bir çocuğun açlıktan titreyen bedeni, imparatorlukların çelik duvarlarını çürütecek kadar etkili bir şahittir. Ve bir halkın sabrı, tankların gürültüsünden daha uzun ömürlüdür.

İsrail, er ya da geç tarih sahnesinden çekilecektir. Onun ardından kalan ise, yıkıntılar değil, mazlumların direnişinden doğan yeni bir adalet çağrısı olacaktır.

İnsanlığın Şahitliği: Bugün herkes, bu tarihin yazılışına tanıklık ediyor. İnsanlık, ikiye ayrılıyor: bir tarafta zulme karşı duranlar, diğer tarafta suskun kalanlar. Bu ayrım, sadece bugünün siyasî tercihlerini değil, yarının tarih kitaplarını da belirleyecektir. Her insan, her lider, her ülke kendi safını seçmektedir: ya hakikatin yanında onurla, ya zulmün yanında utançla…

İşte bu yüzden, Gazze sadece bir şehir değil; tarihin yazıldığı büyük bir imtihan sahasıdır. Burada verilen her karar, yarının dünyasında bir iz bırakacaktır.

 

6) Vicdana ve İnsanlığa Çağrı: Her Bireyin ve Her Liderin Tarihteki Yeri

Gazze’nin yanan geceleri, yalnızca Filistin’in değil, tüm insanlığın uykusunu bölmelidir. Orada açlıktan ağlayan bir çocuk, burada tok yatan bir yetişkine sorumluluk yükler. Enkaz altındaki bir annenin çığğı, saraylarda yankılanmayan kulaklara ahiret günü hatırlatılacaktır. Çünkü bu çağ, bir vicdan sınavıdır; her insanın, her liderin, her toplumun kendi safını belirleyeceği bir imtihandır.

Her Bireyin İmtihanı: Hiç kimse bu sorumluluktan muaf değildir. Gazze’nin feryadı, ekranlarımıza düşen bir haber değil; kalplerimizi sarsan bir emanettir. Bir Müslüman için bu, din kardeşinin acısını paylaşma farzıdır; bir insan içinse bu, insanlığını kanıtlama sınavıdır. Kimileri bu emaneti taşıyacak, kimileri sırtını dönecek… Ama herkes kendi seçiminin hesabını verecektir.

Kur’ân’ın “Allah’ın yardımı ne zaman?” diye haykıran âyetini hatırlayalım (Bakara, 214). O soruyu soranlar yalnızca peygamberler ve müminler değildi; aslında her çağın mazlumları aynı soruyu sordu. Ve her çağın zalimleri de aynı cevapsızlıkla sessiz kaldı. Bugün biz hangi taraftayız? Mazlumun sorusunu duyanların mı, yoksa zalimin sessizliğini paylaşanların mı?

Liderlerin Tarihteki Yeri: Tarih, sadece halkların değil, liderlerin de aynasıdır. Her lider, bugün aldığı kararlarla yarının kitaplarında anılacaktır. Kimisi “zulme sessiz kalan” diye lanetlenecek, kimisi “mazlumun yanında duran” diye onurlandırılacak. Bugün bir imza, bir açıklama, bir diplomatik tercih, yarının vicdan haritasında koca bir dağa dönüşecektir.

İşte bu yüzden her lider, kendi yerini seçmektedir: ya tarihin şerefli sayfalarında bir iz, ya da karanlık sayfalarında bir leke…

İnsanlığa Çağrı: Gazze, insanlığın vicdanını sarsan bir zelzeledir. Bu zelzeleden geçerken, herkesin önünde iki yol var: ya hakkın yanında dimdik durmak, ya da zulmün yanında utançla susmak. Üçüncü bir yol yoktur.

Bu çağrı yalnızca Müslümanlara değil, insanım diyen herkese yöneliktir. Çünkü mazlumun dini, dili, rengi yoktur. Açlıktan ölen çocuk, hangi inanca mensup olursa olsun, insanlığın evladıdır. Ve insanlığın evladı öldüğünde,  insanlık da ölüyor.

Ahiret Şahitliği: Unutmayalım ki bu seçim yalnızca tarih kitaplarına değil, ahiretin büyük defterine de kaydedilecektir. O gün, “Ben duymadım, ben bilmiyordum” bahanesi olmayacaktır. Herkes, kendi gözleriyle gördü, kendi kulaklarıyla duydu. Artık mesele, gördüğümüz ve duyduğumuz karşısında hangi safı seçtiğimizdir.

Gazze’de atılan her bomba, ahirette bir şahitlik olacaktır. Orada şehit edilen her çocuk, kıyamet gününde zalimin yakasına yapışacaktır. Ve mazluma yardım eden her insan, Allah’ın rahmetiyle ödüllendirilecektir.

Son Çağ

Ey insanlar! Ey liderler! Ey ümmet!

Bugün tarihin kalemi yazıyor, yarın ilahî mahkeme mühürleyecek. Hangi sayfada yer almak istediğinizi siz seçiyorsunuz. Onurlu bir şahitlik mi, utanç verici bir ihanet mi? Karar sizin, ama unutmayın: bu karar yalnızca dünyada değil, ahirette de karşınıza çıkacaktır.

Gazze, insanlığın aynasıdır. O aynaya bakan herkes, kendi yüzünü görecektir. Ve o yüz, yarının tarihine nasıl yazılacağını bugünden belirleyecektir.

Diğer Yazıları

Yorum Yaz