Tasavvufun Gölgesinde Sömürgecilik: Massignon’un Hallâc Okuması

Türkiye’nin seçkin yayınevlerinden “Büyüyen Ay” tarafından neşredilen “Massignon’a Tenkitler” adlı eseri okurken, sayfalar arasında yalnızca Batılı bir oryantalistin gölgeli yüzü değil, aynı zamanda Müslüman münevverlerin keskin bakışları da karşımıza çıkıyor. Kitapta Sûfî şeyhlerinden Veled Çelebi ile büyük mütefekkir Mehmet Ali Ayni’nin eleştirilerini okuyunca, zihnim beni Cezayirli düşünür Mâlik bin Nebî’ye götürdü. Nebî’nin, vefatından kırk yıl sonra yayımlanmasını vasiyet ettiği hatıratının ikinci cildi “el-‘Afûn” (Çürüme), Massignon’a dair ibretlik tenkitlerle doludur. Massignon’un kendi itirafları ve Bağdat’tan kaleme aldığı mektuplarla birlikte düşünüldüğünde, oryantalizmin hakiki çehresi tüm çıplaklığıyla beliriyor.
“El-‘Afûn”, medeniyet filozofu Mâlik bin Nebî’nin ruhundaki derin yaraları, sömürgeci baskıları ve entelektüel mücadelelerini en samimi haliyle yansıtan eseridir. Ana hatıratı “Çağa Tanıklığım” daha sakin bir üsluba sahipken, bu ikinci ciltte maskeler düşer, hakikat bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. Nebî, burada yalnızca kendi hayatını değil, sömürgeciliğin İslâm dünyasına dayattığı acı gerçeği de ifşa eder.
Fransız oryantalist Louis Massignon, Batı’da özellikle Hallâc-ı Mansûr üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınır. Ancak Nebî’nin gözünde Massignon, bir müsteşrikten öte, Fransız mandasının gizli iş birlikçisidir. Nebî’yi Fransızlaşmış Cezayirli elitlerin safına katmak için türlü yollar denemiş, reddedilince de baskılarla hayatını karartmaya girişmiştir. Bin Nebi’nin ifadesiyle: “Dünyamızı yöneten iplerin onun elinde olduğunu bilmiyordum. O, örümcek gibi gizliydi. Bu ismin kaderimde, ailemin kaderinde ne büyük bir iz bırakacağını asla tahmin edemezdim.”
Bin Nebi’nin dikkat çektiği gibi, Massignon aslında bir istihbaratçıydı; fakat kendini bir bilim adamı, bir edebiyatçı, bir entelektüel kılığına sokmuştu. Bin Nebi’nin Fransa’da iş bulmasını engellemiş, onu fikrî ve maddî kuşatma altına almıştı. Nebî, hayatının en karanlık günlerinde bu görünmez ağın içinde kıvranmıştır.
Bin Nebi, el-‘Afûn’da yaşadıklarını şu sözlerle özetler: “Bu kitap, zorla dayatılan maddî acılarla ve manevî zehirlemelerle yıkıma sürüklenmek istenen bir ruhun özüdür. Yirmi yıllık bir iç mücadelenin hikâyesi, aynı zamanda bu kitabın da hikâyesidir. Bu kitap, bir itiraf ve bir hatırattır.”
Onun bahsettiği tablolar iki yüzü simgeler: İlki, vatanı çıkar uğruna satan Cezayirli elitlerin yüzü; ikincisi ise Fransız şarkiyatçıların, sömürgeci planların teorisyenlerinin yüzü. Bu ikinci grupta Massignon, özel bir yere sahiptir. Bin Nebi, onun yöntemlerini — bilinci bulandırma, hakikati çarpıtma, Hristiyanlığı yayma ve İslâm’a saldırı — ifşa eder.
Malik Bin Nebi’ye göre Massignon, Kuzey Afrikalı gençler arasında zehirli fikirlerini yaymaya çalışırken kendisini büyük bir engel olarak görmüş, önce cazip yollarla ikna etmeye çalışmış, başaramayınca ise açıktan düşmanlık beslemiştir. Bu baskılar yalnızca Fransa ile sınırlı kalmamış, Cezayir’de ailesini de hedef almıştır. Babasının görevden alınması Massignon’un bir işaretiyle gerçekleşmiştir. Fakat Bin Nebi boyun eğmemiş, direncini kalemiyle güçlendirmiştir.
Mühendislik eğitimi almış olan Bin Nebi, Fransa’da iş bulamayınca Hicaz’a gitmeye yönelmiş, fakat Mısır’da vize başvurusu reddedilmiştir. Bunun, Massignon’un tavsiyesiyle olduğu ortaya çıkar. Nebî’nin eleştirileri Massignon’un hafızasında kara bir leke olarak kalmıştır.
Massignon’un baskıları, Bin Nebi’yi entelektüel bir isyana sürükledi. “Kur’an Fenomeni” adlı eserinde bilimsel verileri kullanarak ateist doktrinleri çürüttü. Atom teorilerini, elektron sıralamalarını ilahî yaratılışla ilişkilendirerek, doğaüstü müdahalenin zorunluluğunu savundu. Böylece sömürgeci aklın materyalist temellerine meydan okudu.
Nebî’nin bu entelektüel başkaldırısı, İkinci Ofis tarafından bir tehdit olarak algılandı. O, yalnızca sömürgecilere değil, bağımlılığı reddeden her türlü fikrî güce karşı kurulan baskı zincirinin halkası haline geldi. Hatıratları, işte bu zulüm çemberinin belgeleridir.
Massignon, oryantalizmin gölgesine sığınmış, ardından da tasavvufun kisvesine bürünerek kendini gizlemiştir. Bu nedenle Bin Nebi ona “örümcek” lakabını takmıştır. Kur’an’ın ifadesiyle:“Evlerin en zayıfı, şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!” (Ankebût, 41)
Massignon’un özellikle Hallâc-ı Mansûr’u seçmesi tesadüf değildir. Onu Hristiyanlaştırarak Mesih’in ilahîliğini ispat etmeye çalışmıştır. Bu niyeti, Bağdat’taki Katolik rahip Mary el-Kermelî’ye yazdığı mektuplarda açıkça görülür.
15 Eylül 1908 tarihli mektubunda şöyle der: “Hallâc hakkında yazdığım kitabı unutma. Hristiyan olduğunu gösteren delillerin bir nüshasını sana göndereceğim. Eğer mümkünse bunları güzel bir Arapçaya çevirmeni rica ederim.”
16 Eylül 1909 tarihli bir başka mektubunda ise şunları yazar: “Hallâc üzerine çalışmam henüz bitmedi. Onun İslâm’da beklenmedik şekilde ortaya çıkan Mesih’in ilahîliğiyle ilgili düşüncelerini aydınlığa çıkarmak istiyorum.”
Bu satırlar bile, Massignon’un maskesini düşürmeye yeter. Oryantalizmin ilmi bir merak değil, sömürgeci ve misyoner bir tasarı olduğunu apaçık ortaya koyuyor.
Hasıl-ı kelâm, Louis Massignon’un şahsında somutlaşan oryantalizm, yalnızca bir akademik disiplinin soğuk nesnelliği değildir; bilakis, sömürgeciliğin kalbinde işleyen entelektüel ve misyoner bir araçtır. Onun tasavvuf üzerinden yürüttüğü çalışmalar, Hallâc-ı Mansûr’u Hristiyanlaştırma çabaları ve Malik bin Nebi gibi mütefekkirlerin hayatına doğrudan müdahaleleri, oryantalizmin gerçekte bir “bilgi üretimi” değil, bir hegemonya inşası olduğunu kanıtlamaktadır.
Mâlik bin Nebi’nin hatıralarında ifşa edilen bu gerçekler, İslam dünyasının yalnızca askerî ya da ekonomik değil, aynı zamanda fikrî bir işgal altında olduğunu gösterir. Bu işgal, kılıçla değil, kalemle; tankla değil, teoriyle; işgal ordusuyla değil, akademi kürsüleriyle yürütülmüştür.
Bugün yapılması gereken, Massignon’un örümcek ağını ifşa eden Malik bin Nebi’nin dirayetini hatırlamak ve onun “fikrî bağımsızlık olmadan siyasî bağımsızlık mümkün değildir” ilkesini yeniden hayata geçirmektir. Gazze’de yaşananlar karşısında Müslüman halkların ve entelektüellerin tavrı da bunu açık seçik bir biçimde ortaya koyuyor. Zira bağımlı zihinlerin ürettiği bilgi, her zaman sömürgecinin masasına hizmet eder. Oryantalizmin yüzünü aralayan bu hatıralar, Müslüman dünyanın kendi ilmî ve entelektüel uyanışını inşa etmesi için güçlü bir çağrıdır…