Doha Zirvesi: Bir İkinci Vestfalya mı, Yoksa Birkaç Sert Cümle mi?

Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği’nin olağanüstü zirvesi, Ortadoğu tarihine basit bir diplomatik buluşma olarak geçmeyecek. Çünkü bu zirve, İsrail’in Katar’a saldırısının ardından toplanmadı sadece; aynı zamanda Arap ve Müslüman ülkelerin artık “yeter” deme eşiğine geldiğinin resmiydi.
Yıllardır Amerika’nın garantilerine güvenen, İsrail’in şımarıklıklarını görmezden gelen, kendi halklarının öfkesini diplomatik cümlelerle yatıştırmaya çalışan rejimler, bu kez farklı bir tablo çizdi. Evet, hâlâ bildirgelerde büyük laflar var ama satır aralarında yepyeni bir ruh var: Ortak savunma, uzun vadeli strateji, İsrail ve ABD’ye güvensizlik. İşte asıl mesele bu!
Zirvede verilen mesaj açık: Kudüs ve Filistin artık sadece Arap meselesi değil; ümmetin kalbinde yeniden alevlenen bir ana dava. İsrail’in iç yüzünü halklar zaten biliyordu, ama şimdi siyasetçiler de inkâr edemeyecek noktaya geldi. ABD’nin “arabulucu” maskesi düştü; Washington’a güven sıfırlandı. İsrail’in Büyük İsrail hayali, Arapları ve Müslümanları ilk kez bu denli güçlü bir şekilde kenetledi.
Peki Doha’da alınan kararlar ne kadar somut? Doğrusunu söylemek gerekirse bildirge daha çok “siyasi bir uyarı” niteliğinde. Körfez savunma mekanizmalarının işletilmesi, ortak savunma konseyinin toplanması, evet önemli ama henüz pratikte ciddi adımlar yok. Katar ile ABD arasında imzalanan güçlendirilmiş savunma işbirliği anlaşması da işin ayrı bir çelişkisi. Bir yanda Arap dayanışması yükseliyor, öte yanda Washington bölgedeki rolünü daha da perçinliyor.
Yine de bu zirveyi küçümsememek gerek. Çünkü mesele sadece askeri kararlar değil, zihinlerdeki kırılmadır. Artık kimse İsrail’i “barış isteyen taraf” diye pazarlayamayacak. Artık kimse ABD’nin “dengeleyici güç” olduğuna inandırmayacak. Doha Zirvesi, bu illüzyonları yerle bir etti.
Şunu da söylemek gerekir: Bu birliktelik sadece sembolik bir duruşta kalırsa, birkaç ay sonra her şey eskiye döner. Ama eğer gerçekten ortak bir savunma mimarisi kurulursa, eğer ekonomik ve siyasi bağımlılıklar kırılırsa, Doha gelecekte Ortadoğu’nun “ikinci Vestfalya Anlaşması” olarak anılacak. Aksi hâlde, tarihteki onlarca zirve gibi, bu da sert cümlelerden ve diplomatik retorikten öteye geçemeyecek.
Hasıl-ı kelâm, Doha zirvesinden çıkan gerçek şudur: Halklar artık ne İsrail’e ne de Amerika’ya geçit vermek istiyor. Siyasetçiler de bu sesi duymak zorunda. Artık soru şu: Liderler bu öfkeyi kalıcı bir güce mi dönüştürecek, yoksa yine kâğıt üzerinde kalan bildirgelerle mi avunacağız?