İmparator Konstantin ve Aryüsçüler

İmparator Konstantin ve Aryüsçüler

 

Turan Kışlakçı Kritik Bakış’ta “İznik Konsili’nin 1700. Yılı: Tevhid ile Teslis’in Çatıştığı Kavşak” başlığıyla bir yazı dizisi kaleme aldı. Devam edecek olan diziden ilk ikisini okudum. Yazılar sona erdiğinde Aryüs ve Aryüsçülük hakkında pek çok şey öğrenebileceğimizi sanıyorum. Kışlakçı, İznik Konsili’ni toplayan İmparator Konstantin hakkında bir değerlendirme yapmış, ben de önce Roger Garaudy’nin o imparatorla ilgili kanaatlerini aktarmak istiyorum. 

İznik Konsilinde olup bitenlerden hareketle Konstantinizm/Konstanticilik kavramlarını oluşturan Garaudy şu türden bazı önemli tespit ve değerlendirmelerde bulunur:

 

Geleceğimizde İslâm Var kitabında “Hıristiyan birliği: Konstantin’in siyaset aracı” başlığı altında şuna yazar: “İznik konsili (325) İmparator Konstantin tarafından, kesinlikle itikadî meselelerin halli için değil de, sadece siyasî maksatlarla, yani tehdit altındaki imparatorluğuna ideolojik bir birlik ve bütünlük çimentosu dökmek için yaptırılmıştı (s. 28).

 

Endülüs’te İslâm kitabında de şöyle der: 

 

“Teslis (Üçlü Allah inancı) dogması ve Hz. İsa’nın Baba ile “aynı cevherden” olduğu dogmasını zorla kabul ettirerek imparatorluğuna ideolojik bir birlik kazandırmak için İmparator Konstantin’in emriyle 325’te toplanan İznik Konsili, bu dogmaları kabul etmemekle suçlanan İskenderiye rahibi Arius’u mahkûm ederek Hıristiyan âlemini böler” (s. 22). 

 

Yobazlıklar kitabında şöyle bir ifade kullanır: 

 

Konstantinciliğe”, yani din adamları hiyerarşisinin iktidarlarla dayanışma için de olmasına bu geri dönüş (tıpkı siyasî yobazlıklar gibi, büyük kitle gösterilerine dönük popülist bir dille kendisini gizlese bile), merkeziyetçi ve otoriter bir Vatikan siyaseti ile kendini gösterir. Çoğunlukla da, ikinci Vatikan Konsilinin “Tanrı’nın halkına” açılışından sonra, Kilise hükûmetindeki monarşik yapının yeniden yapılandırılması şekillerine bürünür (s. 58, 59).

 

Aynı kitapta şunu da yazar: Kendi kurumuna çoğunlukla iktidardan ve paradan yana taraf aldıran uzun asırlardır sürdürüle gelen onca Konstantincilikten sonra, Katolik Kilisesinin güncelleştirilmesinde İkinci Vatikan Konsili tarafından atılan en önemli adımlardan biri, dünyaya açılışında, yoksulların sefaletini İncillere uygun bir duyarlılıkla hatırlatılması olmuştur. 20. Yüzyılın Biyografisi kitabında İmparator Konstatin’in din konusunda yapıp ettikleri üzerinde çok durur:

 

İnancın kendisi söz konusu olduğunda İncil’in Kilisesinin, Konstantin’in Hristiyanlığı olup çıkmasına üzülmeliyiz (s. 13).

 

Garaudy İznik Konsilinde yapılanın, “Dinin, devletin siyasi bir aracı hâline getirilmesi” olarak görür ve Hıristiyan inancı: Hz. İsa’dan konstantinizme (s. 210) başlığı altında bu konuda geniş bilgiler verir:

 

“İznik Konsili’nden (325) bugüne kadar, mesele hep Sezar’ın arzu ve iradesine göre çözümlenmiştir ve bu yönetim şeklinin adı “Konstantinizm” olacaktır.”

“Kökeni itibariyle tarihin harikulâde bir mayası olan o Hıristiyanlık, on yedi yüzyıl boyunca tam tersine döndü, yani siyasî ve ideolojik Konstantinizm afyonuna dönüştü.”

“İmparatorluğunda birlik sağlamak ve zayıflar bir güç hâline geldikleri için de onları dikkate almak kaygısından hareketle Roma İmparatoru Konstantin, Hz. İsa’nın olağanüstü devrimciliğinin yerine “konstantinizm”i ikame etti.”

 

Şöyle bir değerlendirmede de bulunur:

 

“Allah insanlara bir ‘elçi’, bir ‘peygamber’ gönderdiği zaman, asla bir filozofu, bir ilâhiyatçıyı, bir hukukçuyu değil de, mesaj ‘halkının dilinde’ (İbrahim, 14/4) bütün sadeliğiyle milyonlarca insana ulaşsın diye Hz. Amos gibi bir çobanı, Hz. İsa gibi bir marangoz işçisini veya Hz. Muhammed gibi ümmi bir kervancıyı seçer. Ne var ki daha sonraları sözde din bilginlerinin ve sözde sofuların eliyle peygamberlerin getirdikleri din, ‘Talmud’ hâline getirilir. Tıpkı Hıristiyanlığın İznik Konsili’nden sonra Konstantinci ve skolâstik hâle gelmesi ve İslâm’ın da katı din ve uygulama kurallarına dönüştürülüp ‘Talmudlaştırılması’ ve ‘Konstantinleştirilmesi’ gibi… O kadar ki, Müslüman olmak, her şeyden önce sanki 10. yüzyılın, yani Abbasîler döneminin bir Arap’ı gibi olmaktır” (s. 345, 346).

 

Aryüs ve Aryüsçüler

 

Aryüs meselesine gelince, Peygamberimiz aleyhisselâmın Herakliyus’a gönderdiği mektuptaki Ariyisiyin (Erîsiyyîn) ifadesi Turan Bey’in dediği gibi “çiftçi, ırgat” (İslâm Ansiklopedisinin Herakleios maddesinde “halk” denilmiş) değil de gerçekten de Aryüsçüler olabilir. Çünkü Peygamberimiz, Sâsânî İmparatoruna gönderdiği mektupta da “Eğer kabul etmezsen Mecusilerin (Zerdüştlerin) günahı da senin üzerine olacaktır!” ifadesini kullanıyor. Peygamberimizin Aryüsçüler ifadesinden de Mecusiler ifadesinden de o kesimleri kabul ettiğini, doğru bulduğunu değil, onların yeni Vahye, yani İslâm’a davet edildiklerini anlarız.

Dolayısıyla Turan Kışlakçı’nın şu teklifi pek uygun olmasa gerek:

 

“Bugün, İznik Konsili’nin üzerinden bin yedi yüz yıl geçmişken, Müslümanlara düşen vazife; bu muvahhid âlimi yeniden gündeme taşımak, onun unutulmuş hatırasını ihya etmektir. Kahir ekseriyeti Aryüsçü olan İznik, Antakya ve Konstantinopolis (İstanbul) halklarının hatıraları yeniden dile getirilmelidir. Zira onlar, Hristiyanlığın aslî tevhid ruhunu yansıtan sessiz tanıklardır.”

 

Şunu kesinlikle ifade edelim ki, bizler Aryüsçülüğü en ince noktalarına kadar bilsek ve en ikna edici bir dille savunabilsek bile artık günümüz Hıristiyanlarına Aryüsçülüğü asla ve kat’a kabul ettiremeyiz. Hıristiyanlık 2 bin yıllık bir din. Hıristiyan ilâhiyatçılar, Hıristiyan filozoflar kendi dinleri hakkında o kadar çok kafa yormuş, öylesine fikirler geliştirmişler ki o fikirleri çürütmeye çalışmak imkânsız olmasa bile gereksiz. Hıristiyanların hayli hacimli akait kitaplarını okudum, Teslis konusunda bile öyle düşünceler geliştirmişler ki, bu konuda onların delillerinden hareketle onları düşüncelerinden caydıracak ispatlamalara girişmek hem bizi aşar hem de boşunadır.

Bizim ilâhiyatçılarımızın “bu muvahhid âlimi yeniden gündeme taşımak, onun unutulmuş hatırasını ihya etmek” yerine, dinimizi en güzel bir şekilde Hıristiyanlara, gayrimüslimlere anlatmak için cihad edercesine çaba harcamaları en hayırlı yoldur. Özü sözü bir ilâhiyatçılarımız bu işe tam bir cihad aşkıyla girişirlerse çok başarılı oluruz.

Almanya’da görev yapmakta olan felsefeci bir dostum bir ara bana şöyle demişti: 

 

“Eğer bugün Almanya’da Muhammed Hamidullah gibi gerçek bir âlim ve ilmiyle âmil biri olsa binlerce değil yüz binlerce Alman kısa zamanda hidayete erer!”

 

Bütün mümin kardeşlerime derim ki: Farz olan haccınızı ifa etmişseniz, umrenizi de yapmışsınız demektir. Artık hacca ve umreye gitmek yerine paranızı gayrimüslimleri hidayete erdirmek için gayret gösteren kurum, kuruluş ve yayınevlerine verin! Sayısız Batılıyı hidayete erdiren Mekke’ye Giden Yol ve Hamidullah’ın İslâm’a Giriş kitaplarını gayrimüslimlere armağan edin! Sizin desteğinizle tek bir kişinin bile hidayete ermesi, sizin için yüzlerce umreden bin kat daha iyidir. Çünkü umrenizin kabul edilip edilmediğinden emin olamazsınız, fakat hidayetine vesile olduğunuz kişiden tutun da onun neslinden gelenlerin tamamının sevabı ebediyen size yazılır!



Diğer Yazıları

Yorum Yaz