Mücrim: Günahın Siyasî Anatomisi

Mücrim: Günahın Siyasî Anatomisi

Kur’ân-ı Kerîm, yalnızca bir ahlâk veya hukuk kitabı değildir; o, kelimelerin hakikate açıldığı bir kavramlar atlasıdır. Bu ilahî kelâmda yer alan her bir kavram, derin bir tefekkürle ele alındığında, kendisini yeniden ve yeniden açar… Ayetlerin anlam dünyası, zihnimizde pür bir safiyetle aydınlanır; insan, çağını ve çevresini yepyeni bir idrakle yorumlar hâle gelir. İşte bu Kur’ânî kavramlardan biri de “mücrim”dir; sıradan bir suçlu ya da günahkâr değil, bizzat zulmün ve çıkarcılığın siyasi ve ahlâkî temsili…

Kur’ân’da mücrim kelimesi—ikisi tekil, diğerleri çoğul formlarda olmak üzere—elli iki ayette geçer. Kimi yerde masdar, kimi yerde farklı fiil kalıplarıyla karşımıza çıkar. Kavram, çoğunlukla iman esaslarını reddeden, hakikate sırt çeviren, dinî ve ahlâkî hudutları ihlâl eden, azgınlaşmış kimseleri tanımlar. Bu kişiler sadece inançsızlar değildir; kimi zaman Müslüman kimliğiyle görünen, ibadet eden ama makamlara, servete ve çıkara tapanlardır. Zalim gibi, münafık gibi, onların da içyüzleri vahyi inkarla şekillenmiş; suretleriyle değil, siyasetleriyle ya da servetleriyle tanınan kimliklerdir…

Sözlük anlamıyla “ağır günah veya suç işleyen” anlamına gelen mücrim, Arapça’da cürm kökünden gelir: kesmek, koparmak… Yani hakikatten kopmuş, vicdanından ayrılmış kişi. Ebü’l-Bekā el-Kefevî’ye göre mücrim, yalnızca günahkâr değil, inkarcı ve zalimdir. Türkçeye “suçlu” veya “günahkâr” olarak çevrilse de, bu karşılıklar kavramın siyasal ve metafizik boyutlarını yansıtmakta yetersiz kalır. Zira mücrim, sadece günah işleyip pişmanlık duymayan değil, günahı sistematikleştiren, kendi maslahatını mutlaklaştıran ve meşruiyeti çıkarında arayan kimsedir…

Kur’ân’ın inşa ettiği mücrim tipolojisi şaşırtıcı biçimde günümüzle birebir örtüşür. Mücrim, Karun gibi bir iş adamı olabilir, makam sahibi bir siyasetçi, bir cemaat lideri, bir bürokrat ya da zâhirde dindar bir şahsiyet… Çoğul şeklinde çoğunlukla kullanılması suç ortakları şeklinde hareket ettiklerini gösterir. Ortak yönleri; Allah’ı değil menfaatlerini ilah edinmiş olmalarıdır. Bu yönüyle mücrim, modern dünyanın en etkili ideolojik aygıtı olan Makyavelist zihniyetin Kur’ân’daki izdüşümüdür.

Makyavelizm, İtalyan düşünür Niccolò Machiavelli’nin “Hükümdar” adlı eserinden türetilmiş bir düşünce sistemidir. Gayeye ulaşmak için her türlü yöntemi mubah gören bu zihniyet, doğruluğu değil sonucu kutsar. Algı operasyonları, yalan, propaganda, manipülasyon, yargısız infaz, hırsızlık, kumpas, şiddet, suikast, rüşvet, cinayet, sözleşmeleri çiğneme… Hepsi “maksada giden yolda araç”tır. İşte Kur’ân’daki mücrim tipi de aynen böyledir: maksadına ulaşmak için iftira da atar, yalan da söyler, öldürür de… Gerekirse cami açar, Hacc yapar, Kur’an kursu kurar ama bütün bunlar çıkarına hizmet ettiği sürece anlam taşır.

Yüce Allah, bu tür mücrimlere dair şu sarsıcı hükmü verir: “Mücrimlerden (kıyamet günü) günahları dahi sorulmaz.” (Kasas, 28/78)
Yani onların sorguya çekilmeye dahi ihtiyacı yoktur; haklarında hüküm kesindir. Çünkü zulümleri, sadece bireysel değil, toplumsal, sistemsel ve siyasîdir. Onlar cehennemin en dibine, münafıkların yanına gönderilecektir. Siyasi bir makam veya güçlü bir maddi güç elde ettiklerinde ibadet yapıyor gibi görünse de Allah’ı ve ahireti hakikatte hatırlamazlar…

Üstad Elmalılı Hamdi Yazır, mücrimi “müslimin zıddı” olarak nitelendirir. Onlar suçu, günahı, zulmü arzularına göre tevil ederler; meşrulaştırırlar. Vicdanlarını susturmuş, âhireti inkâr etmişlerdir. Böylece iç dünyalarında karanlık bir küfür mimarisi inşa etmiş olurlar.

Kur’ân, bu mücrim kavramını somutlaştırmak için tarihsel şahsiyetlerden örnekler verir: Firavun, Nemrut, Kârun, Bel’am ve Hâmân…
1 ve 2-Firavun ve Nemrut, gücü mutlaklaştıran diktatörlerin sembolüdür.
3-Kârun, zenginliği ilahlaştıran mücrim tipidir.
4-Bel’am, dini saptırarak makamına tapan sahtekâr ruhlardır.
5-Hâmân ise bürokratik mekanizmanın zulme nasıl hizmet edebileceğini gösteren simadır.

Bu beşli, kıyamete kadar her çağda ve toplumda tekrar tekrar ortaya çıkacak tipolojilerin prototipidir. Sadece kafir toplumlarda değil Müslüman toplumlarda da Müslüman kimlikleriyle ortaya çıkacaklar ve hep varolacaklardır.

Mücrim, sadece iktidarda olan değildir; muhalefette de olabilir. Namaz kılar, oruç tutar ama Rıza-yı ilahiyi ya da ümmeti değil kendi çıkarlarını veya bağlı oldukları cemaatin, örgütlerin çıkarlarını savunur. Makamını korumak için eski dostlarını suçlar, iftiraya başvurur, ehil insanları itibarsızlaştırır. Dışarıdan dindar, içeriden fasıktır. Yalnızca iktidar değil, muhalefet mücrimleri de vardır. Zira kibir, iktidar değil kalp işidir… işte bundandır ki Yüce Allah mücrimler için şöyle der: “Şüphesiz mücrimler, cehennem azabında ebedî kalacaklardır.” (Zuhruf, 43 /74)

Mücrimleri tanımak zor değildir; çevrenize bakın, ekranlara, meclislere, partilere, şirket yönetimlerine, cemaat kürsülerine… Kim olduklarını göreceksiniz. Çünkü onlar sadece hata eden değil; hatayı yöntem, günahı strateji hâline getirenlerdir. İşte bundandır ki onların haccı, umresi, hayır işleri dahi makbul sayılmaz. Haramla yapılan iyilik, cehennemin tuğlası olur.

Bu kavramın bizdeki en güçlü yankılarından biri belki de bir şarkının içindedir. Nihâvend makamında söylenen, Kemani Serkis Efendi’ye ait o hüzünlü şarkı, âdeta bir mücrimin iç çığlığı gibidir:

“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime,
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime…”

Zira mücrim, istikbaline baktığında titrer; çünkü kendi elleriyle cehennemi inşa etmiştir. Ne vicdanı kalmıştır, ne de Allah korkusu...

Diğer Yazıları

Yorum Yaz