Tufan’dan Sonra: Eski Düzenin Çöküşü ve Özgürleşmenin Yükselişi
Siyasal Eşik
Bölge bugün, Orta Doğu’daki güç dengeleri ve çatışmanın sonuçlarına dair büyük soruları yeniden gündeme getiren siyasi ve askerî bir kaynama hâli yaşamaktadır. İsrail’in Filistin’de, Lübnan’da ve genel olarak bölgede elde ettiğini iddia ettiği “zafer”e dayanarak, “yeni bir Sykes–Picot”un veya bölgenin Amerikan–İsrail tahayyülüne göre siyasi, kültürel ve dinî olarak yeniden mühendisliğinin yapılacağı yeni bir bölgesel taksimin ortaya çıkacağı yönünde sesler yükselmektedir. Ancak sahnenin derinlemesine okunması, yaşananların yeni bir Orta Doğu’nun kurulmasından ziyade, yüzyıldır var olan, siyonist proje ve Batı sömürgeci uzantısı ile yapısal olarak bağlı Arap sisteminin derin bir sarsıntı döneminden geçtiğini göstermektedir.
Bölge bugün, Washington veya Tel Aviv tarafından dayatılan bir istikrar eşiğinde değil; aksine, işgalin koruyucu kalkanını oluşturan kırılgan rejimlerin çöktüğü uzun bir tarihsel dönemin sonuna; direnişin ve bölge halklarının ise güç dengelerini ve özgürleşme kavramlarını yeniden biçimlendirdiği geçiş aşamasında bulunur.
Bu verilerden hareketle, bu makale çatışmanın geleceği, Filistin direnişinin konumu, Amerikan projesinin hakikati ve büyük bir savaş ya da köklü bir jeopolitik yeniden çizimin ihtimalleri hakkında gündemdeki soruları yanıtlamaya çalışmaktadır.
Yeni bir Sykes–Picot ile mi karşı karşıyayız?
Bölgedeki Amerikan girişimleri – ittifakları yeniden düzenleme çabalarından “İbrahimî din”ibarışın belirleyicisi olarak dayatmaya kadar – Osmanlı Devleti’nin çöküşünden bu yana süren sömürgeci siyasetin doğrudan devamı niteliğindedir. Ancak mevcut bağlam, Birinci Dünya Savaşı öncesinden yapısal olarak farklıdır; zira uluslararası dengeler tek kutuplu değildir ve çatışma artık durağan bir zemin üzerinde değil, silahlı ve projeleri zorla bozabilecek kapasiteye sahip bir direniş zemini üzerinde gerçekleşmektedir.
Washington’un “Yüzyılın Anlaşması” projesini yeni biçimlerle canlandırma girişimi, bir güç göstergesi değil; direniş ekseninin yükselişi ve küresel kamuoyunun dönüşümü sebebiyle çöken bir düzeni yeniden kontrol altına alma zorunluluğunun göstergesidir. Dolayısıyla “Amerikan tarzı bir Sykes–Picot” söylemi bir niyeti yansıtsa da, yüz yıl önceki gibi dayatılabilecek bir gerçekliği ifade etmemektedir.
İsrail ve yeni haritalar dayatma girişimi
İsrail, Gazze’deki ikinci ateşkes olarak adlandırılan aşamadan sonra, Gazze, Lübnan, İran ve Yemen’deki savaşının “sona erdiğini” iddia ederek, tarihsel emellerine uygun biçimde bölgeyi yeniden şekillendirme hakkına sahip “galip” görüntüsü oluşturmaya çalışmaktadır. Fakat sahadaki veriler bunun tam tersini göstermektedir:
•İsrail bugün, Aksa Tufanı’nın güvenlik ve askerî sistemindeki hassasiyeti açığa çıkarmasının ardından stratejik savunma hâlindedir.
•İsrail ordusunun kesin zafer kapasitesi ortadan kalkmış; bölgesel genişleme projesi saldırıdan varlığı koruma çabasına dönüşmüştür.
•İsrail sisteminin toplumsal, askerî ve siyasi olarak aldığı darbeler, onu haritaları yeniden çizme anından çok uzaklaştırmıştır.
İsrail’in “Fırat’tan Nil’e” söylemi, politik gerçeklikten çok, caydırıcılığın çöküşünün yarattığı psikolojik bir slogan hâline gelmiştir.
Amerikan rolü… Kesintisiz bir süreklilik
Amerikan siyaseti yeni bir proje değil; Fransız işgalinden İngiliz mandasına ve Irak’ın Amerikan işgaline kadar uzanan Batı sömürgeci yapısının kesintisiz devamıdır.
Washington’un amacı – bugün açıkça görüldüğü üzere – yalnızca İsrail’i korumak değil; Arap ve Filistin varlığını şu yollarla yeniden dizayn etmektir:
• İsrail ile işlevsel olarak uyumlu bir Arap sistemi yaratmak;
• “İbrahimî din” gibi melez kavramlarla kültürü, dini ve siyaseti yönlendirmek;
• Çatışmayı özgürleşme mücadelesinden “aşırılık–ılımlılık” ikilemine dönüştürmek;
• Direnişi kuşatmak ve halk tabanını kurutmak.
Ancak “Aksa Tufanı”, bu projeyi büyük ölçüde sekteye uğratan bir an olmuş; çatışmanın özgürlük boyutunu yeniden canlandırmış ve Amerikan gücünün eskisi gibi iradesini dayatamadığını göstermiştir.
Direniş bitti mi?
Filistin’deki direnişin “yenilgiye uğradığı” yönündeki soru, gerçekçi bir okumadan ziyade siyasi bir temenniyi yansıtmaktadır. Veriler göstermektedir ki:
•Direniş yenilmedi; silahını teslim etmedi ve savaşmayı bırakmadı.
•Filistin halkının direniş iradesi, ağır insani bedellere rağmen daha da kökleşti.
•Aksa Tufanı’nın ilk günlerinde İsrail’in aldığı darbeler, kuruluşundan bu yana gördüğü en tehlikeli varoluşsal tehdidi oluşturdu.
•Direniş için tüm dünya halklarından gelen destek, resmî pozisyonların çöküşüne rağmen, tarihin en geniş seviyesine ulaştı.
Dolayısıyla Filistin meselesi politik bir sarsıntı döneminden geçmektedir; ancak bu bir yenilgi dönemi değildir. İsrail’in duyduğu korkunun seviyesi, direnişin işgal sisteminin bütün bileşenlerini sarstığını kanıtlamaktadır.
Geleneksel Arap rejimlerin çöküşü
İsrail’i çevreleyen Arap rejimlerinin geçici bir olgu değil; siyonist varlığın işlevsel bir parçası olagelmiştir. Bugün yeni olan şunlardır:
•Bu sistem artık halklarının gözünde tamamen açığa çıkmıştır;
•Seçenekleri tümüyle Amerikan dayatmalarına bağlı hâle gelmiştir;
•Amerikan teklifine verilen Arap desteği bir güç değil, varoluşsal bağımlılık göstergesidir.
Suriye Devlet Başkanı’nın Washington ziyaretinde gördüğü ilgi, gerçek bir dönüşümü değil; Suriye rejimini Washington ve Tel Aviv’in başını çektiği “yeni Arap sistemine” entegreetmeyi hedefleyen güzelleştirmeyi ifade etmektedir. Ancak bu entegrasyon, işgal, hak ve kimlik gibi çatışmanın kök sebepleri sürdükçe, sahadaki stratejik gerçeklikleri değiştirecek güçte değildir.
Bölge nereye gidiyor? Dünya savaşı mı, yeniden şekillenme mi?
Mevcut tablo karmaşıktır; ancak şu söylenebilir:
•Bölge illa ki kapsamlı bir dünya savaşına gitmiyor; fakat Amerikan–İsrail hegemonyasını pekiştirmeye çalışan eksen ile halkların ve direniş güçlerinin öncülük ettiği özgürleşme ekseni arasında daha sert bir çatışma dönemine giriyor.
•Gazze çevresindeki yığınaklar ve katı uluslararası kararlar, nihai bir hesaplaşmanın işaretleri değil; Batı’nın kontrolün kaybedilmesinden duyduğu endişenin göstergeleridir.
•Askerî güçle değil; halkların dirayet gücüyle belirlenen, tarihsel bir turun sonuna yaklaşmaktayız ve deneyim göstermiştir ki Filistin halkı yenilmez.
