Batı ne der?

Batı ne der?

 Eylül 2013’te Star Açık Görüş’te yayınlanmış ve Modern Türk Ruhunun Trajedisi’nde de yer alan bir yazıda Türk aydınlarının bilinçaltlarında yatan en temel sorulardan birinin Batı’nın ne söylediği olduğundan bahsetmiştim. İster en batıcı isterse en anti-batıcı olsun genelde Türk aydını kendi söylemini batılı söylem uyarınca, daha doğrusu ona ittiba ederek belirler. Eğer yorumcu aydınımız batılı söylemde batıcı ise kerameti, anti-batıcı ise melaneti bir şekilde arar ve muhakkak bulur. Bir yerde batı asla saçmalamaz, batısız düşünmek mümkün değildir bu aydınımıza göre, batının her söylediği olumlu ya da olumsuz, ama mutlaka bir anlamda rasyonelleştirilebilir. Batının ve batılı değer yargılarının hayatımıza ve tabii ki zihnimize içkin halde bulunuşu, ontolojik ve bilişsel bakımdan batısız düşünmemizin mümkün olmayışından kaynaklanmaz. Sonuçta bu ratio ve rasyonalite de batılı değil midir? Batının her söylediğinin rasyonelleş(tiril)mesinden daha doğal ne olabilir, değil mi?

7 Ekim 2023’ten bu yana, hemen hemen altı aydır Gazze’ye yönelen soykırımcı İsrail şiddetine gösterilen tepkiler arasında yer alan batılı tepkilere Türkiye’den bakışın büyük kısmında bilinçaltındaki bu sorunun tekrar etkinlik kazandığını bu yüzden görebiliriz. Batıda İsrail’in şedit saldırılarına gösterilen tepkilerden bizim adımıza medet ummanın yanlışlığı ortadadır halbuki. Yine de bu gösterilere ilginç bir biçimde kıymet verilir. Üstelik Washington’da, Berlin’de, Paris’te ya da Londra’da yapılan gösterilere verilen aşırı kıymet, deyim yerindeyse, dünyanın başka yerlerinde, başka şehirlerinde ve ülkelerinde yapılan gösterilere verilen kıymete faiktir her nedense. Uganda’da, Tanzanya’da, Bolivya’da, Malezya’da düzenlenen gösterilere ilişkin coşkudan daha farklıdır batılı ülkelerdeki İsrail şiddetine karşı gösterilere yönelik oluşturulmaya çalışılan coşku. Elbette uluslararası medyanın yapılanışı dolayısıyla batılı ülkelerdeki gösterilerin diğer ülkelerdeki gösterilere nazaran enformatik bakımdan daha kolay ve rahat erişilebilir olmasının doğurduğu konformizm de yaygındır bu coşkunun oluşturulma çabalarında. Bu gösteriler bir yerde içimizi soğutur, “insanlık ölmemiş” duygusunu yaşatır bize. Ama “Bu kadardır” diyemeyiz bir türlü. Bu gösteriler bir şekilde bazı değerlerin doğrulanmasıdır. Öyle ki öteden beri aşinası olduğumuz bu değerlerin doğrulanmasında sanki onlara muhtacızdır.

Batılı hükümetlerin İsrail yanlısı politikalarını eleştirmeye, onları değiştirmeye yönelik bu eylemlerin elbette kendi içlerinde taşıdığı bir kıymet vardır, bu kıymeti vurgulamak için bu gösterilerden bahsetmek mümkündür; ancak Türk aydınlarının batıdaki gösterilerin bu kıymetinden çok bu gösterilerden umut ettiklerini, dahası umut etme biçimlerini eleştirdiğimiz unutulmadan söyleyelim: Batılı söylemin “efendi söylem”liğini doğrulayan bu umutların, umut etme biçimlerinin bizatihi Aksa İntifadası’nın ve devamındaki İsrail şiddetinin bizim için serimlediği gerçekliği ıskalamamıza yol açtığını belirtmeli. Nasreddin Hoca’nın bir fıkrasındaki gibidir durum handiyse: Hoca eşeğine oğluyla binmesini eleştirenlere cevap olarak eşeğin yanında oğluyla birlikte yürür. Bu kez de başkaları bu durumu garipser, eleştirir: “Şunlara bak, yanlarında eşek var ama yürüyor şapşallar!” Başkalarının söylediğiyle kendi eylemlerini seçme ya da biçimlendirme tarzlarının yanlışlığını aksettirir elbette fıkra. Batının, batılıların söyledikleri ile kendi gerçekliğini oluşturmaya, kendi doğruluğunu tesis etmeye çalışan tutumun yanlışlığı hemence fark edilir.

Aksa İntifadası’nın ve devamındaki İsrail şiddetinin bizim için serimlediği gerçekliğin başkaları tarafından da paylaşılmasından doğan bir sevinç hali handiyse kuşanılır bu gösteriler dolayısıyla. Bazen o gösterilere yönelik oluşturulmaya çalışılan coşkunun, o gösterilerin doğurması beklenen umudun doğrudan bizde eksik kaldığını vehmettiğimiz bazı yanlara taalluk ettirildiğine de şahit oluruz: Şu eylem biçimini niye akledememişizdir, bu protesto tarzı ne özenilesidir! Bir noktadan sonra, bu protestoların batıdaki bazı çelişkili durumlara da işaret ettiği söylenir. Öyledir elbette. Batı dediğimizde mücessem, yekpare bir canavardan söz ediyor değilizdir. Bizden farklı değildir batı bu anlamda.

Batıdaki gösterilere haddinden fazla kıymet atfeden söylemler yanında bir de bu gösterilerin kıymetinin yeterince takdir edilmediğini, hatta onların görmezden gelindiğini söyleyenler vardır. Onlara, sözgelimi Ahmet Çiğdem’e göre, “Avrupa’da, ABD’de, dünyanın hemen her yerinde Filistin halkının yanında ve İsrail’e karşı yürüyen, aralarında yahudilerin de olduğu insanların çabasını ve itirazını, öteden beri kavgalı olduğu kavramları gömmek üzere görmezlikten geliyorlar.” Görmezden gelinen, yani tam da Spinoza’nın, o meşhur filozofun deyimiyle böylelikle aşağılanan protestolara gösterilen bu tepkinin sonucu ise “giderek sevimsizleşen, sevimsizleşmekle kalmayıp uğursuzlaşan ‘acı benim olarak kaldıkça değerlidir’ tutumu” Çiğdem için.

Avrupa’da, ABD’de, dünyanın hemen her yerinde Filistin halkının yanında ve İsrail’e karşı düzenlenen tepkilerin görülmemesi bir yana, aksine bu gösterilere gereğinden fazla kıymet verildiğinden bahseden bizim için “zaten gömülü” kavramları tekrar gömmeye çalışmanın bir anlamı olmasa gerek. Üstelik gömülmeye çalışılan kavramların neler olduğu da belirsiz. Şu düşünce özgürlüğü mü? Yoksa rasyonalite mi, belki de onun communicative (iletişimsel) olanı? Bizatihi üreticilerinin gömülmeye terk ettiği, bu anlamda “zaten gömülü” kavramlarla kavga edenler de kim ola ki? “Gazze Duyarlığı A. Ş mensupları” sayıyor onları Çiğdem, bir “nekrofilya”nın temsilcileri.

Böylelikle aydınımızın “ideolojik tahkimat”lara direnme yolunu da bulduğunu görüyoruz. Her şeye rağmen, “vicdan, hipokrasi, İsrail’in meşruiyeti” gibi meselelere, bu meselelerin tıkıştırıldığı “rağmen” kılıfına rağmen şu ölenler, ölenler sebebiyle ağlayanlar, “ölü evinin yasçıları”, “Avrupa’da, ABD’de, dünyanın hemen her yerinde Filistin halkının yanında ve İsrail’e karşı” düzenlenen gösterileri görmeyenler, görmezden gelenler var ya, onlar kavgalı oldukları kavramları gömüyor, o kavgalı oldukları kavramlar her neyse. Şu rasyonel olanı akletmeyen, rasyonel olanın kavgasız şiddetsiz olduğunu bilmeyenler yok mu, İsrail soykırımına bakarak onların da rasyonelce ölmeyi bilemediklerini söylemek gerekiyor. “İdeolojik tahkimatlar”a rasyonel, kavramları çürümekten kurtaran direniş yolu da buradan geçiyor aydınımızın.

Diğer Yazıları

İSLAMCILIKLA DERDİNİZ NEDİR

İSLAMCILIKLA DERDİNİZ NEDİR

  • 20.05.2024 / 00:26

Yorum Yaz